3. Bölüm: Beyaza Boyanmış Yalanlar

10 1 4
                                    

Şuana kadar etrafıma baktığımda kazandığım hiçbir şey göremiyordum. Kazandıklarım benim için sadece bir yenilgiydi. Bir savaş alanın ortasında herkesi kaybettikten sonra, kucağımda ölü bir kızın bedeniyle kalakalmış gibi hissediyordum. Onları yensem elime ne geçecekti ki? Ateşlerin arasında, enkazlarla dolu bu yerde her yeri kana boyasam kucağımdaki kız uyanacak mıydı?

Benim savaşım kendi annem ve babamlaydım. Kazandığımda, onları mahvettiğimde yine ben de mahvolacaktım. Bunun ismi kazanmak değildi. Ben kaybetmeye mahkumdum. Ben acılarla dolu bir karanlığa aittim. Ben karanlığın doğurduğu bir kızdım. Ondan uzak duramazdım.

Lise yıllarımdı. Onu kaybedişim çok tazeydi. Kimsem yoktu. Gerçek anlamda kimsem yoktu. Okuldan dönüyordum. Yine yağmur yağıyordu. Kaldırımlar sırılsıklamdı. Saçlarım ıslanmıştı. Herkes kaçarken ben yavaş yürüyordum.

Önümde bir kedi vardı. Sırılsıklamdı. Onu o halde görünce içim parçalanmıştı. Alıp montumla sarmıştım onu. Eve götüremezdim. Sadece biraz ısınmasını sağlayabilirdim. Bakkaldan aldıklarımla ona plastik parçalardan sağlam bir kulübe yapmıştım. İçine battaniye sermiştim. Mamasını, suyunu koymuştum.

Cebimdeki para zaten azdı. Tüm paramı ona vermiştim.

Onu bakkalın yanına yerleştirip eve döndüğümde kapıyı annem açmıştı. Beni sırılsıklam gördüğünde içerden misafirlerin sesi geliyordu. Tam içeri girmek için ilerleyecekken annem bir anda suratıma doğru bağırmaya başlamıştı.

"Sende kimsin böyle? Sokak çocuğu! Annen baban yok mu senin ya? Git!" diye bağırdığında içerdekilere oyun yaptığını anlamıştım. Durdum. Sadece baktım ona. Acıyla baktım sadece ona. Sen benim annemsin ya demek istedim. Sustum sadece.

Yüzüme çarpan kapıyla sabaha kadar yağmurun altında titreyerek bekledim. Ağladım. Ama yağmur gözyaşlarımı sakladı. Ölüler gözyaşlarıyla temizlediler beni. Ama üzerimdeki kan benim ruhuma da bulaşmıştı. Ruha bulaşan lekeler gitmezdi.

Her gece uyandığımda odamın içinde ağlayan bir kız görüyordum. Babaannemin sandalyesinde sallandığını görüyordum hep. Babamın o sandalyeyi camdan dışarı atıp paramparça ettiği anı hatırlıyordum ama görüyordum. O sandalye hala oradaydı.

Elimdeki kitabımla sınıftan içeri girdiğimde herkesin gözleri üzerime döndü. Üzerimde siyah boğazlı bir badi, yüksek bel, bol bir kot pantolon ve gri bir palto vardı. Siyah botlarım yine ayaklarımdaydı. Saçlarım salıktı.

Geçip rastgele sıralardan birine oturdum. Yerime yerleşip kitaplarımı açtıktan sonra sessizce hocanın gelişini bekledim.

Sınıfta dönen sohbetlerden, insanlardan o kadar uzaktım ki. Birileri kahkaha atıyor, birileri ağlıyor, birileri sohbet ediyordu. Sessizce bekledim sadece.

Telefonuma düşen bildirimle masanın üzerinde duran telefonumu alıp açtım. Mesajların üzerine tıkladım.

Yürüyen Mandalina: Günaydıınn.

Gülümsedim. Dudaklarımı ıslatıp parmaklarımı ekranda gezdirdim.

Lavin: Günaydın.

Yürüyen Mandalina: Bir haftadır yazmanı bekliyorum ama sende tık yok.

Duraksadım. Ona yazmayı elbette düşünmüştüm. Ama hayatım o kadar garip yerlere kayıyordu ki yanlışlıkla onu yanıma almaya korkuyordum. Mahvolmasını istemiyordum. Acımın acısı olmasını istemiyordum sadece.

Yürüyen Mandalina: Okulda mısın?

Lavin: Evet.

Yürüyen Mandalina: Seninle konuşmam gereken bir şey var.

VanilyaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin