4. Bölüm: Hurdahaş

16 1 3
                                    


Acılarını bir kitabın içine sığdıran insanları anlayabiliyorum sanırım. Binlerce satır bazıları için basit cümlelerden ibaret olabilir ama bazıları için o satılar bambaşka bir dünyaydı. Herkes aynaya baktığı kişinden sıkılırdı. Tam bu esnada herkesin karşısına kitaplar çıkıyordu aslında. O cümleler benim için sadece bir cümle değildi. Beni ağlatırdı, güldürürdü, sinirlendirirdi, içimi kıpır kıpır yapardı.

Kitapları bu kadar çok sevmeye başlamam zor olmamıştı. Sahip olduğum en güzel alışkanlıktı kitaplarım.

Kendi hayatımın da kitaplarımdan pek farkı yoktu. Ama farklıydı. Okumak ve yaşamak farklıydı. Korkarsan, sıkılırsan kitabı elinden bırakmak senin ellerindeydi. Yaşarken bu o kadar kolay değildi. Arkana bakmadan gitmek o kadar kolay değildi.

Benim ruhum vanilyalarla dolu bir tarladaydı. Koşturup duruyordu. Kokusu buradaysa kendisi de buradadır diye sürekli koşuyordu. Fark etmeden bir sürü çiçeği ezip geçiyordu.

Benim ruhumun gözleri kördü.

Yaşayan bir ölüden farkım yoktu. Kimse ne yaşadığımı, nasıl biri olduğumu zaten bilmiyordu. Tüm günüm mezarlıklarda geçiyordu. Varlığım yokluğum birdi. Kimseyle konuştuğum, yüzüne baktığım yoktu. Etrafımda dolaşan çok fazla ruh vardı.

Peki benim onlardan ne farkım vardı?

Nefes alıyordum çünkü. Onlar kendi nefesleri kesildiğinde bana güven vermişlerdi. Üzerime sorumluluklar yüklemiş, sonra kendi nefeslerini kesmişlerdi. Onlar beni gökyüzünden izlerken ölü bir bedende nefes almaya çalışarak, ağlamayarak yaşamak ne kadar kolaydı, değil mi?

Bu öğrendiklerimin sadece bir tanesiydi. Şimdi bu kadar yara alıyorsam, ileride ne yapacaktım?

Maskeler düştüğünde gördüğüm yüzler yüzünden oturup ağlayacak mıydım yani? Hayır. Ben bu olamazdım. Bu ben değildim ki. Ben kardeşim için yaşıyordum. Oturup ağlamaya hakkım yoktu. Benim nefes almaya bile hakkım yoktu. Dünyanın adaletsiz olduğu bunun en büyük kanıtıydı.

Anlasaydım eğer şimdi yaşıyor olabilir miydi?

Ellerimden akan kanlar arttı. Ve o kanlar benim her şeyime aitti. Katil değildim. Masum değildim. Elimde onun kanı vardı ama onu çok seviyordum. Ben kimdim? Bu hikayenin neresindeydim ben?

Küçücük bir kız öldürülürken ben ameliyathanenin önünde ne halt yiyordum?

Peki yanımdaki adamın benim yanımda ne işi vardı?

Kafamda o kadar soru işareti vardı ki hangisini çözeceğimi bilmiyordum. Bir soru ortaya çıksa peşinden milyonlarca soru getiriyordu. Kendi merakımdan korkuyordum. Ne olurdu ağlamasaydım, sabırlı olsaydım. Öyle olmayı dilerdim.

Elaları üzerimde hissettiğimde bakışlarımı ona çevirdim. Dakikalar birbirini kovalıyordu. Akreple yelkovan bir savaşa girmişti. Sessizlik ise başlarında hüküm sürüyordu. Sinirli olduğu belliydi ama ilk ana göre şimdi daha iyiydi. Bense sessizce yağan karı izliyordum.

Parmakları radyonun ses açma tuşuna gitti. Arabanın içini bir şarkı doldurduğunda dudaklarımı birbirine bastırarak tekrar önüme döndüm.

"Yüzün geçmişten kalan, aşka tarif yazdıran

Bir alaturka hüzün, yüzün kıyıma vuran

Anne karnı huzuru, çocukluğumun sesi

Senden bana şimdi zamanı sızdıran

Şımartılmamış aşkın sessizliğe yakın

Kim bilir kaç yüzyıldır sarılmamış kolların

VanilyaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin