7

165 25 0
                                    




Sabahın ilk ışıkları ile uyanmıştı Donghyuck. Öyle derin uyumuştu ki telefonunda kurulu alarmı bile duymamıştı. Bir an uyanamayıp bebekleri aç bıraktı endişesiyle doğrulsa da yatağın yanında gördüğü boş biberonlarla derin bir nefes vermişti. Küçük bebeklerin 5-6 saatte bir beslenmesi gerekiyordu ve anlaşılan bu seferlik Mark tek başına üstlenmişti bu görevi. Hala mışıl mışıl uyuyan sevgilisi ve iki bebeğinin saçlarına birer öpücük bıraktı ve ayaklandı. Dün gündüz uyuduğu ve akşam da erken yattığı için uykusunu almış hissediyordu. Her ne kadar sıcak yatağından ayrılmak istemese de evin sabah soğuğu ile daha bir soğuk olduğunu hissedip ayaklanma gereği duymuştu. Kendisi, Jaemin ya da bebekleri soğuğu pek de hissetmiyor olsa da biricik sevgilisi üşüsün istemiyordu.

Vakit kaybetmeden odadan çıktı sessizce. Salona girdiğinde tek erkencinin kendisi olmadığını fark etmişti. Koltukta kıvrılmış uyuyan Jeno ve kolları arasındaki Minhyung'a gülümseyip yemek masasında oturmuş fısıltılarla sohbet eden üçlünün yanına geçmiş, esneyerek bedenini sandalyelerden birine bırakmıştı. Bir süre aralarında geçen sohbete dahil olmuş, ardından kalkma sebebini hatırlayıp aralarına yeni katılan bedenlere dönmüştü.

"Ev soğumaya başladı. Birkaç odun bulup getirebilir misiniz?"

Jisung başıyla onaylayıp ayaklanınca Chenle da peşinden çıkmıştı. Mutfakta yalnız kaldığı Jaemin'e döndü bakışları.

"Anlat." dedi sakince. Sözleri, bakışları koltukta uyuyan bedenlere kitlenmiş Jaemin'in kaşlarının çatılmasına, anlamaz gözlerle Donghyuck'a bakmasına sebep olmuştu.

"Neyi?"

"Dün kiminle ve neden buluştuğunu."

Jaemin'in sessiz kaldığını görünce tekrar söze girdi.

"Chenle ve Jisung kendi başlarına sürüden ayrılacak kadar bilgili değiller. Artı olarak geldiğinizde başka bir alfanın kokusu vardı odada. Salak değilim Jaem, o yüzden uzatma da anlat."

Jaemin derin bir nefes verip söze girdiği sırada Donghyuck ayaklanıp birer fincan kahve yapmaya koyuldu. Malzemeleri çıkartmaya başladı sessizce.

"Dün olanlardan sonra Mark ve Jeno'ya sürüyü anlattım biraz. Bunu yapanın Taeyong olduğundan eminiz zaten. Minhyung'u sürüden saklamasının sebebi de açık. Ben de işimize yarayacak birkaç kişiyi çağırdım ve bugün için sözleştik. Birkaç saate geleceklerdir. Bir plan yapıp Taeyong'u indireceğiz. Minhyung büyüyene kadar da sürünün başına ben geçeceğim."

Minhyung'un adı geçtiği an Donghyuck'u eli duraksamıştı. Çocuğunun geleceğini şimdiden belirlemek istemiyordu ancak Jaemin çoktan karar vermiş gibi konuşuyordu. Sinirlerine hakim olmak için derin nefesler aldı ve işine devam etti.

"O sürüye ne ben geri döneceğim ne de Minhyung. Oğlumun lider olmasını istemiyorum."

Jaemin derin bir nefes verdi. Donghyuck'u bu konuda zorlayamazdı. Hem çok uzak bir gelecekten bahsediyorlardı.
Şimdilik başını salladı ve geçiştirdi bu konuyu.

"Sürüyü Taeyong'un eline bırakamayız."

"Beş yıl boyunca sürü umrunda bile değildi. Onları bir başına bırakıp giden sendin. Şimdi ne oldu da birden liderlik içgüdülerin kabardı?"

"Ben..."

"Lider olduğunda ne olacak? Buradaki hayatını bırakıp onların yanına gidebilecek misin?"

İki fincan ile masaya geri döndü. Jaemin'in yanına oturup bir eliyle masadaki elini kavradı ve bakışlarını koltukta uyuyan bedene çevirdi. Jaemin'in de bakışları sevgilisine dönünce gözlerinden geçen anlık hüzünü fark etmişti Donghyuck.

"Onu arkanda mı bırakacaksın Nana?"

"Hayır."
Ses tonu netti. Ancak bir o kadar da özgüvensiz.

"Yeni bir hayatın var. Seni seven biri. O sürüye ait değilsin artık Jaem. Sen ona aitsin."

Jaemin'in gözünden düşen tek damla yaşı parmak uçlarıyla sildi. Arkadaşını rahatlatmak için saçlarını okşadı, parmaklarıyla oynadı.

"Onunla mühürlendin, değil mi?"

Jaemin'den ses çıkmamıştı.
Durumun sandığından da ciddi olduğunu işte o zaman anladı. Jaemin bile ne yapacağından emin değildi. Sırf Minhyung yaşayabilsin diye kendi hayatını riske atıyordu. Başına gelebileceklerden korkmuyor gibi davransa da çoktan mühürlendiği eşi için ölümüne korkuyordu.
Arkadaşının canını riske attığını bilmek Donghyuck'u binbir parçaya ayırmıştı.

"Bunu yapmak zorunda değilsin. Kaçabiliriz, bir şekilde onlardan kurtulabiliriz."

"İntikam, Hyuck. Yıllardır beklediğim intikamımı alacağım."

Daha fazla uzatmak istemedi Hyuck. Jaemin'in sözünden dönmeyeceğini anlamıştı. Kahvesini elleri arasına aldı, bir yudum çekti içine. Çok geçmeden Jeno'nun kolları arasındaki ufaklığın hareketlendiğini fark etti, fincanı bırakıp ayaklanmaya çalıştı ancak kolundan tutulmasıyla durakladı.
Jaemin kısa, hüzünlü bir bakış verdikten sonra oturduğu yerden kalktı ve koltuğa ilerledi. Önce sevgilisinin saçlarına bir öpücük kondurdu, ardından gözlerini aralamaya çalışan Minhyung'un.

"Günaydın uykucu." dedi zorbela gözlerini aralayan Minhyung'a. Uyandığı gibi gördüğü gülen yüz ile birkaç kıkırtı da Minhyung bırakmıştı sessiz salona. Jaemin minik bebeğin avuçlarına öpücükler kondurdu gülerek, yanaklarıyla oynamasına izin verdi sonra. Gözlerinde birikmiş yaşlar hala orada duruyordu Jaemin'in. Gülse bile yüzünde bir hüzün vardı, Donghyuck net bir şekilde görüyordu oturduğu yerden.
Hızla ikiliye arkasını döndü ve bir bir damlayan yaşlarını parmaklarıyla silmeye çalıştı. O sildikçe yenileri ekleniyordu. Sessiz kalmak için dudaklarını dişliyor, akmak için hazırda bekleyen burnu yüzünden kafasını hafifçe yukarı kaldırıyordu. Keşke diyordu içinden, küçüklüğünden beri dediği gibi. Keşke Jaemin bir omega olsaydı, ben de bir alfa. Belki o zaman her şey düzelebilirmiş gibi hissediyordu. Çocukluğundan beri bebek isteyen Jaemin bir tarafta, hiçbir zaman aile kurmayı düşünmeyen kendisi diğer tarafta...

Aldığı koku ve sonrasında yanaklarında hissettiği ellerle ne zaman kapattığını hatırlamadığı gözlerini araladı ve kendisine yukarıdan bakan sevgilisiyle göz göze geldi. Yaşlarını durdurmaya çalışsa da pek başaramadı, Mark'ın akan taneleri silmesine izin verdi sadece. Sessizce ağladı.

Mark neden ağladığını arkasına attığı bir bakışla anlamıştı elbette. Jaemin'in de kısık olsa bile çatallaşmış sesiyle Minhyung ile konuştuğunu görebiliyordu.

"Ağlama Glacier. Buzulların erimesin böyle kolay kolay."

Mark'ın benzetmesine kıkırdamadan edemedi. Düşen yaşları azaldı gittikçe. Kendisini toparlamaya çalıştığı sırada ayakta olan bedenin beline sarıldı. Saçlarına atılan ellerle birlikte derin bir mırıldanma bıraktı, karnına gömüldü iyice. Mark'ın kıkırdadığını hissedebiliyordu karnının titremesinden. O da kıkırtılarını bıraktı.

Aşıktı, hem de çok. Geldiği gibi mutlu olmasına yetmişti Mark. Onu görmek, kokusunu içine çekmek, sesini duymak bile mutlu olmasına yetiyordu.
Çok seviyordu. Çok da seviliyordu.






...
Hiiii
Cok hizli basladik biraz tatlis anlar ekleyeyim dedim şu son iki bölüm dişlerimi gıcırdatıyor ISIRMAK İSTİYORUM ONLARI.
Umarım beğenmişsinizdir.

Frost | MarkHyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin