Hava ne çok sıcak ne de çok soğuktu tipik bir ilkbahar gecesi gibiydi. İnsanın havayı akciğerleri patlayana kadar içine çekesi geliyordu. Ağaç kokuları da buna eşlik edince tam bir festival ortamı elde ediliyordu.
Festival alanı belirli bir konsept etrafında oluşturulmamış ancak renk uyumu sağlanmış onlarca ziyaretçinin çadırından oluşuyordu. Onların arasına da serpilmiş fast food satıcıları vardı. Bilirsiniz böyle yerlerin ev sahipleri gibidir fast food satıcıları.
Neredeyse tüm yemek satıcılarını geçen Ashton'a tek bir kelime etmeden itaat ediyor, o önde nereye giderse peşinden tıpış tıpış gidiyordum. Deniz kenarına gelince durdu ve havayı içine çekti.
"Az kaldı. Beni takip et." dedi sanki 15 dakikadır takip eden kendisiymiş gibi.
Standların sonuna geldiğimizi düşünürken Ashton sola keskin bir dönüş yaptı. Ve gürültü artar gibi oldu. Daha yerleşik yerşer gibi duran çadırlar vardı. Ve ışıklar çiçeklerin taç yapraklarının işçi arıyı bal için çağırması gibi insanı kendisine çağırıyordu.
"İşte geldik." Parmağıyla tahta masaları ve altındaki yine tahtadan tabureleri gösterirken "İstediğin yere geç ben sipariş verip geliyorum." dedi ve koşar adımlarla uzaklaştı. Denize en yakın köşede bir masaya geçtim. Dalgaların sesi tüm bu hafif gürültünün arka fonu gibi geliyordu uzaktan. Ayakkabıma giren kum tanelerini silkelerken Ashton yanıma geldi.
"20 dakika sonra ziyafet çekmeye başlayacağız. Hayatında unutamayacağın bir gece olacak güzelim." Gerçekten dediği gibi de oldu. O geceyi hayatım boyunca unutamadım ve sonuçlarını da tanışıyorum. Ancak bu yemeğin güzelliğinden değildi...
Ashton yine susmak bilmemezliğine geri dönmüştü. Ben de ona biraz da olsa katılmaya çalıştım. Söylediği şeylere tek kelimelik cümlelerle katılıyordum.
"Tanrım! Eliza lütfen şu ölü toprağını üzerinden at artık. Ben seni buraya eğlen kafan dağılsın diye getirdim. Sanki cansız bir mankeni getirseymişim daha çok eğlenirmişim gibi hissettiriyorsun. Canlan biraz."
Gözlerimi devirdim. Denize bakışlarımı sabitlemişken üzerinde beyaz yelek altında da siyah tişört olan iki garson masaya deniz mahsülleri dizmeye başladı. Jumbo kardeşler, kalamarlar ve adını bilmediğim soslar masada teker teker yerini aldı. Hepsinin dizilişini dikkatle izlerken Ashton da beni aynı şekilde izliyordu.
Garsonların işleri bitince Ashton onlara adlarıyla hitap ederek teşekkürlerini sundu.
"Haydi bakalım. Umarım deniz ürünleri seviyorsundur çünkü... Gördüğün gibi."
Hiçbir cevap verme tenezzülünde bulunmadan suratına baktım. Omuz silkip eline çatalını alıp kıtlıktan çıkmış gibi saldırdı. Ben de ona katıldım. Çünkü kıtlıktan çıkmış gibi açtım. Birkaç parçada bile Ashton'ıh dediği kadar lezzetli olduğunu fark ettim.
"Mm... Övdüğün kadar varmış. Uzun zamandır bu kadar lezzetli karides yememiştim. "
Ashton'ıh yüzünde saf bir mutluluk belirince kendimi tutamayıp gülümsedim.
"Karidesleri acı sosla yapıyorlar. Ama benim favorim kalamar." Ortada duran kalamarlardan birini çatalına takıp beyaz bir sosa buladı. Bana uzattı ve dudak hizama getirdi. "Açsana ağzını." Daha fazla yaklaştırdı. Sos dudağımın kenarına bulaştığında ağzımı açtım. Ashton yapışan sosu bir peçeteyle temizledi. Kıkırdayıp o da ağzına bir lokma attı. Zaten lastik gibi olan kalamarı çiğnemeye çalışırken oluşan görüntüyü komik bulmuş olacak ki Ashton'ın kıkırdaması daha da arttı.
"Ne?! Kocaman kalamarı ağzıma tıkan sendin şapşal şey." Çiğnemeye devam ettim. "Tamam, tamam." eliyle ağzını kapayıp kıkırdamasını gizlemeye çalıştı. Ama bu hiçbir şeyi değiştirmiyordu.
![](https://img.wattpad.com/cover/34478919-288-k322007.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
remediless hearts club | ashton irwin
Fanfiction"Bir şey söylemene gerek yok Ashton, bakışların her şeyi söylüyor." gözlerim birkaç gündür ağlamaktan yanmasına rağmen yine de doldu. Kıvırcık saçlarını çekiştirip duruyor, fakat tek kelime etmiyordu. Bana asırlar gibi gelen zamanı yakıcı sözleriyle...