Athena'nın anlatımıyla...
Gri tonlardaki ofisim, soğuk ve monoton bir atmosferle dolup taşan bilgisayar ekranları arasında kaybolan bir dünya gibiydi. Gizli polis üssünde, günlerimi şifrelerle dans ederek ve raporlarla savaşarak geçiriyordum. Ancak rutinim, Aiko'nun beklenmedik gelişiyle bir anlığına renklendi.
Aiko, annesi Japon olduğu için gözleri çekik, siyah saçlı, siyah gözlü ve çok tatlı biriydi. Giriş yaptığında ofisime enerji getirdi. Gülüşü, gri tonları anında renklendirdi. "Athena, bugün çok güzelsin" dedi. Gözleri, içten bir samimiyetle parlıyordu. Hafifçe gülümsedim ve derin bir nefes aldım
" Teşekkürler ama Aiko senin silah talimatın yok muydu?"
Silah eğitmenimiz çok sinirli biriydi.
Aiko koşmaya başladı ve ofisimden çıkmadan önce şunları söyledi,
"Wasureta! Arigatō Athena."*Aiko'nun çıkışının ardından, işime döndüm. Ancak bilgisayarım aniden çöktü ve üssüm felaketin ortasına döndü. Gri tonlardaki ofisim, bilgisayar ekranları arasında kaybolmuşken, klavyelerin tik-tak sesleri yerini sessizliğe bıraktı.
Bilgisayarın çökmesinin ardından, masamdan kalkıp pencereye doğru yürüdüm. Gri tonlardaki duvarların ardında, şehir manzarası gizlenmişti. Dışarıdaki sessizlik, normalde iş yerime hâkim olan gürültüden çok farklıydı. Birkaç adım attıktan sonra, gökyüzünün gri rengindeki tuhaf bir değişimi fark ettim. İlk başta belirsiz olan bu değişim, karanlık bir bulutun şehri kaplamak üzere olduğunu gösteriyordu.
Pencereden dışarı bakarken, şehrin atmosferinde garip bir huzursuzluk vardı. Bir anlık sessizliğin ardından, uzaklarda tuhaf sesler duyulmaya başlandı. Adeta, şehirdeki rutin yaşamın bozulduğuna dair bir önsezi vardı. Ardı ardına gelen çığlıklar, kaosun habercisi gibiydi.
Masumane bir şehir gününün böylesine çabucak değişmesi, içimde bir endişe uyandırdı. Gri tonlardaki ofis, bir anda bir felaketin merkezi olmuştu. Bilgisayar ekranındaki huzursuzluğun ardında, gerçek dünyadaki korkunç gerçeği fark ettim: Zombi istilası başlamıştı.
Hızla mutfağa gidip, bıçak, yemek ve su alarak hazırlıklarımı tamamladım. Bilgisayarın başındaki yoğunluğun ardından, şimdi gerçek dünyada hayatta kalmak için mücadele ediyordum.
Üssümden çıkarken karşıma çıkan zombiyle başa çıkmak için önce bacağına vurdum sonra da ağzını kestim
"Artık insanları ıssıramazsın" dedim
Bir zombi nasıl öldürülürdü ki onlar yürüyen ölüydü. Sonra kendime güldüm kim bir zombiyle konuşurdu, tabii ki de ben.Şehirdeki çöküşü görmeye başladıkça, her adım daha da tedirginlik yaratıyordu. Gördüğüm zombiler iş arkadaşlarımdı, gözlerim dolarken arabamın olduğu yere koştum.
Arabama doğru koşarken, şehrin sokaklarında yıkık binalar ve çürümüş cesetlerleri görünce daha da hızlı koştum.
Arabaya atladığımda motorun homurtusu, çürümüş şehir manzarasında bir nefes alma şansı sundu. Aiko'yu aramak için cep telefonumu çıkardım, ancak karşımdaki karanlık gerçekle başa çıkarken sinyal bulmakta zorlandım. Ellerim titriyordu, umutla numarasını tuşluyordum ama Aiko'ya ulaşamadım. Boşluğa doğru bir "Keşke..." mırıldandım.
Şehirin viraneye döndüğü yollar boyunca ilerledikçe, önümde beliren manzara gözlerimi açtı. Zombi orduları, bir yaşamın ardında kalan boş sokaklarda dolaşıyordu. Arabayla yavaşça ilerleyerek, bu vahşi gerçekliği içime sindirmeye çalıştım. Aiko'nun yokluğu, içimde derin bir yara bırakmıştı.
Arabayı kenara çekerken, içimdeki sıkıntıyla baş etmek için konserve yemek çıkardım. Teneke açılırken çıkardığı tiz ses, çevredeki sessizliği yarıp geçti. Bir süre sadece sessizce oturdum, yemek yerken zombilerin umutsuzluğuyla yüzleştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇÜRÜYEN DÜNYANIN İÇİNDE
Художественная прозаZombi kıyametiyle sarsılan bir dünyada, Athena ve Clementine, vedaların, ihanetlerin ve umutların izinde hayatta kalmaya çalışıyorlar.