Moteldeki 3. Günün sabahı...
Sabahın erken saatlerinde, kuşların cıvıltılarıyla uyandım. Üç gündür bu motel odasında her sabah bu melodilerle uyanmaya alışmıştım. Yatakta birkaç dakika daha uzanıp tavanı seyrettim, kuşların melodik seslerini dinleyerek huzur bulmaya çalışıyordum. Yaz gecelerinden kalan serinlik, odanın içinde hafif bir esinti gibi dolaşıyordu. Bu serinlikle birlikte, yavaşça yataktan kalktım ve gerindim, kaslarımın gevşiyordu.
Pencereye doğru ilerledim, perdeleri aralayarak dışarıya baktım. Güneşin ilk ışıkları, ufuktan yeni doğuyordu ve her şeyi altın sarısı bir parıltıyla aydınlatıyordu... sonra sokaklarda özgürce gezinen zombileri gördüm. Serbestçe dolanıyorlardı, amaçsızca ve sürekli hareket halindeydiler. Gözlerimle onları izlerken, içimde hafif bir ürperti hissettim. Sokaklar, artık onların oyun alanı olmuştu. Ancak, burada, bu küçük motelde, hâlâ hayatta olduğumuzu bilmek bile büyük bir başarıydı.
Sokakta yırtık kıyafetleri içinde, boğuk sesler çıkararak sendeleyen zombileri gördüm. Solgun, kemikli yüzleri ve boş bakışları tüylerimi diken diken etti.
Ancak asıl midemi bulandıran manzara, birkaç zombinin yere yığılmış başka bir zombinin bağırsaklarını çıkarıp yemesiydi... usta bir şekilde bağırsakları koparıp yiyorlardı. Kırmızıya bulanmış elleri ve açgözlü, vahşi hareketleriyle parçaları koparıyorlardı. Gözlerim bu korkunç görüntüye takıldı, midem kasıldı ve bir an için nefesim kesildi. Başımı hızla çevirdim, gördüklerimin yarattığı dehşetle kalbim çılgınca atıyordu. Bu kabusun gerçekliği, içimde derin bir korku ve çaresizlik hissi uyandırdı.
Zavallı küçük ruhlar.... Bu zavallı varlıkların bir zamanlar insan olduğunu düşünmek, acımı ve korkumu daha da derinleştiriyordu.
İçimdeki ürpertiyi atmaya çalışarak derin bir nefes aldım. Bugün üçüncü günümüzdü ve kahvaltı zamanıydı, acaba bugün ne yiyeceğiz?. -Avriel üç gündür kısıtlı malzemelerle harika yemekler yapıyordu-
Biraz olsun normal bir rutin oluşturabilmek için rahat şeyler giymeye karar verdim. Dolabımı açtım ve yumuşak, rahat bir beyaz tişörtle esnek bir pantolon seçtim. Kıyafetlerimi giyerken, dışarıdaki dehşetten uzaklaşmanın ve biraz olsun normal hissedebilmenin huzurunu hissettim. Kahvaltı zamanıydı ve en azından bu anın tadını çıkararak güç toplamamız gerekiyordu.
Rahat kıyafetlerimi giyip odadan çıktım. Koridorda Ava'yı gördüm; her zamanki neşesiyle, yüzünde geniş bir gülümsemeyle bana "Günaydın!" dedi. "Kırmızı gözlerin bugün parlıyor, farkında mısın?" Sözleriyle, kırmızı gözlerimin öne çıktığını hatırlattı. Ben de ona cılız bir sesle günaydın dedim. Sabah sabah bu enerjiyi nereden buluyor?
Ava'nın sevinç dolu sesi, sabahın sessizliğini yarıp geçerken, yanımdaki odadan çıkan Clementine'ı fark ettim. Kahverengi saçları hafifçe dağınık, uykulu bir ifadeyle koridorda yürüyordu. Gözlerini ovuşturarak bana doğru geldi. Bir an için, gözlerinin arkasındaki uykunun izleri ve yorgunluk belirginleşti, küçük de olsa dudakları yana doğru kıvrıldı. Ama gülümsemesi, her zamanki sıcaklığıyla beni rahatlatıyordu.
"Gün ışığım... İyi uyuyabildin mi?" dedim tatlı bir şekilde, bana evet anlamında başını salladı. Clementine beklemediğim bir anda yanına gelip elimi tuttu. Elimi sıkıca kavradı ve birlikte merdivenlere doğru yürümeye başladık. Adımlarımızın ahengi, koridorun sessizliğini kırıyordu. Merdivenleri inerken, avludaki sabah ışığına adım attıkça, içimde hafif bir umut belirdi. Ava'nın neşesi ve enerjisi, Clementine'ın elinin sıcaklığı... Kahvaltı için aşağıya doğru ilerlerken, bu küçük anın bile ne kadar kıymetli olduğunu düşündüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇÜRÜYEN DÜNYANIN İÇİNDE
Ficción GeneralZombi kıyametiyle sarsılan bir dünyada, Athena ve Clementine, vedaların, ihanetlerin ve umutların izinde hayatta kalmaya çalışıyorlar.