Yosuke

89 10 13
                                    

Sayının üçe çıkışı iyi mi olmuştu yoksa kötü mü, Chuuya pek söyleyemiyordu.

Çünkü şimdi en azından çocuklar ona sarmak yerine birlikte bir oyun kurmuş, onu oynayarak eğleniyorlardı.

Ama öte yandan.. İnanılmaz seslilerdi.

Kou sürekli Mitsuo'ya sataşıyor, araya Kaiyo girdiği zaman sesler yükseliyor ve Chuuya daha araya girsem mi ikileminden çıkamadan kahkahalar duyuluyordu. Muhtemelen bu normal halleriydi.

Kaiyo kendi halindeyken pek gürültü yapmıyordu. Hatta hiç. Çocuğun sesi çıkmıyordu. Cennetlikti resmen.

Ama Kou, Mitsuo'nun yardımıyla yaptıkları uçak legoyu bitirdiklerinden beri yuvanın içinde "HIAAAAAAAAAAĞĞ" naraları eşliğinde deli danalar gibi koşarak Mitsuo'yu kovalıyordu.

Mitsuo ise gayet zarif, uslu ve narin bir bebe olduğu kadar da tiz sesli ve cırlak bir yaratıktı. Kou onu kovaladığı zaman attığı çığlıklar muhtemelen bir cam kadehi ikinci saniyeden çatlatırdı.

"Ben uçağım! Bombalı uçak! Bombalarım var benim puff!"

"Ice! Ice koru beni!"

Bir de şu tuhaf lakaplar vardı. Şimdiye kadar duyduğu üç isim de birbirinden saçma ve alakasızdı.

Lippmann, Iceman ve Albatross.

Ona hiçbir şey ifade etmeyen bu üç isim, minikler için kendi isimlerinin yerini tutuyormuş gibiydi. Başka isim asla kullanmıyorlardı.

Kaiyo için Iceman, Mitsuo için Lippmann ve tabii ki Kou için de Albatross.

Bu bir rol dağılımı falan mıydı? Belki de izlemediği bir film ya da çizgi filmden bazı karakterler gibi davranıyorlardı?

Neden bu kadar aklına takıldığını da çözemiyordu. Sıkıntıdan kafayı yemişti ve saracak bir şeyler arıyordu herhalde. Evet. Kesinlikle. Aynen.

Gözlerini kısıp telefonunu kavradı.

İnternette yaptığı derinlemesine -on beş dakikalık- araştırmalar sonucu bu isimlere dair hiçbir şey çıkmadığında başını kaşıdı anlamayarak. Bu kadar küçük yaştaki çocukların uydurması olmak için biraz ilginç isimler olmasalardı aman diyerek geçerdi ama..

Kapı.

Zil çalınmak yerine kapı tıklatıldığı için bir an yerinde sıçradı Chuuya.

"Geldim!" diye seslendi hızlıca telefonu tekrar şarja takarken. Kapıya koşup saçlarını düzeltti. Az önce kapıyı açtığında kadına hazırlıksız yakalanmıştı ama aynı şeyin bir daha olmasına izin vermezdi.

  "İyi akşamla-"

   Ulu koyunlar aşkına-

  Chuuya karşısındaki şeyin yaşayan bir varlık değil de ayaklı bir ceset olduğu düşüncesini, adam selam vermek için gülümsediğinde bile üzerinden atamadı.

   Bir eli yanındaki serum askılığını, diğer eli kucağındaki en az kendisi kadar zayıf çocuğu tutan adamın göz altları resmen dudaklarına kadar çökmüştü. Teni inanılmaz soluk bir beyaz, saçları uzun ama seyrekti, yoluk yoluktu. Yüzünde inanılmaz ürkütücü bir gülümseme vardı ve dişleri..

  Tanrım dişleri felaketti.

  "İyi akşamlar.. Sensei.." o kadar titrek ve ağır konuşuyordu ki Chuuya bir an gerçekten çığlık atıp kapıyı adamın suratına kapatma fikrini değerlendirdi.

  "E-evet. Size de. İsmim Nakahara Chuuya, Rimbaud-san'ın stajyeri, bu gece çocuklara ben bakacağım."

"Ne hoş.. Bu da benim oğlum.. Yosuke, heh heh.." adam kikir kikir gülerek çocuğu Chuuya'nın kucağına iteledi ve Chuuya daha ne olduğunu anlayamadan bayık ama meraklı gözlerle ona bakan bir çocuğu kolları arasında buldu. "Çantasında ilaçları var.. Saatlerini de yazdım.. Size kolay gelsin sensei.."

"Ah- Evet, teşekkürler, uhm," çocuğun yaşına göre ne kadar zayıf olduğunu fark ederek kaşlarını çattı Chuuya. "Pardon, ne ilacıydı acaba?"

  Adam, yanında duran askılığa doğru yaslandı biraz. "Ah.. Önemli şeyler değil.. İşte kansızlığı için.. Vücut direnci için.. Vitaminler falan filan heh he."

  Dört yaşındaki çocukta ne kansızlığı ulan-

  "Pekala anladım," dedi adamı uğurlamak için biraz acele ederek. "İyi seneler efendim."

  "Heh he.. Size de sensei.. Görüşürüz Yosuke-chan.." oğlunun saçlarını, zar zor karıştırmak için titrek elini kaldırdı adam ve sonra arkasını döndüğü gibi Chuuya kapıyı kapattı. Az önce gördüğü şeyi sindirmek için zamana ihtiyacı olacaktı.

  Gözleri, hala kucağında duran ufaklığa kaydı yavaşça. O da yaşıtlarına kıyasla sağlıksız duruyordu ama suratı oldukça sevimliydi. Minik ellerinden biri, Chuuya'nın tişörtünü hayatı buna bağlıymışçasına kavramış sıkıyordu. Bu, dudaklarına ufak bir sırıtış koydu. "Hoş geldin Yosuke-chan."

  Küçük çocuğun da yüzüne tatlı bir gülümseme konuverdi hemen. Dişleri normalden fazla sivri uçlara sahipti. "Merhaba sensei.."

  "Pekala, burada çocuklar bana ne diyor biliyor musun?" içeri doğru adımlarken çocuğun sırtındaki ufak çantayı nazikçe alıp Rimbaud'un -şu an için kendi- masasına bıraktı. "Chuuya."

"Chuuya..?"

"Aynen öyle," başını sallayarak yere, diğer üçlünün yanına çöktü ve miniği onların arasına peluş oyuncak yerleştirir gibi bıraktı. "Sen de öyle diyebilirsin."

"Doc!" Kou heyecanla yeni çocuğun üstüne atıldığı zaman hepsi çocuk çocuk güldüler.

Yeni bir lakap daha..

Doktor, bu çocuk için seçilmiş en saçma lakap gibi duruyordu ama bir yandan da.. İlginç bir şekilde ona yakışıyordu. Boynuna asılı ufak, oyuncak bir steteskop olduğunu anca o zaman fark etti Chuuya.

Hemen Yosuke'yi de aralarına alıp oyuna katmış veletleri bırakıp kalkarak Yosuke'nin çantasını açtı. İçinden çıkan beş ilacı masaya dizip bulduğu ikiye katlanmış kağıdı araladı. İlaçlardan ikisini yarım saat kadar sonra vermesi gerekiyordu, kağıda özellikle tok karnına diye not düşülmüştü.

Lan-

İşte o zaman Chuuya'nın aklına çok mantıklı bir soru düştü.

Hızlıca çocuklara doğru döndü ve telefonunu kavradı.

"Hey, minik insalar," sesi, kendinden beklemediği kadar enerjik çıkınca sağ elini kalçalarına dayadı. Sol elindeki telefonu ise ona bakan dört ufaklığa doğru salladı. Ekranda bir pizza afişi açıktı. "Karnınız aç mı?"

Little Flags •BSD Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin