O.. İyi mi?
Chuuya yaklaşık yarım saattir hiç konuşmadan, oyun köşesinde oturmuş, yeri izleyen çocuğa bakarken ikinci kahvesini bitirmek üzereydi.
Saat hemen hemen sekizi bulmuştu ve diğer ailelerden ses yok gibiydi. Bu velet de Chuuya'yı germek için yapılmış bir kukla misali Chuuya'nın onu son koyduğu yerde kıpırdamadan duruyordu.
Ne beklemişti bilmiyordu ama kesinlikle bunu beklememişti.
Çocuk dediğin koşup oynamaz mıydı? Bir sürü soru sorup susmadan Chuuya'nın başının etini yemesi gerekmiyor muydu?
Eğer duaları kabul olduysa ve bu çocuk bütün gece böyle durarak susacaksa bu iş düşündüğünden daha kolay olurdu.
Yeni bir diziye başlamıştı ve aklı hala oradaydı yani..
Telefonunu alıp Bluetooth kulaklıklarını cebinden çıkardı ve kaldığı bölümü bulana kadar bir kahve daha hazırlamaya girişti. Rimbaud'un koltuğunda bağdaş kurup telefonu da kalemliklerden birine dayadı.
Çekmecelerden birinde bulduğu yarım bisküvi paketini aralayıp üç tane birden ağzına tıktı. Dirseklerini masaya dayayıp başlat butonuna basacağı esnada oğlanı kontrol etmek için gözleri bir an arkaya kaydı ve..
Önce elindeki bisküvi paketine sonra telefonuna ve en son da üzgün gözlerle onu izleyen oğlana baktı teker teker.
"Ah.. Hayır.. Tanrım." o kadar vicdansız değildi.
Derin bir iç çekip kulaklıklarını çıkardı ve telefonunu da kapattı.
"Hey, Kaiyo-chan," dedi elinden geldiğince sıcak bir sesle. Saygı eklerini pek kullanan biri değildi ama çocuğu ürkütmek istemiyordu. Çocuğun yanına gidip ona bisküvi paketini gösterdi. "Yemek ister misin?"
Çocuk sadece ona boş boş baktı.
Belki de engelli falandır? Kendi düşüncesine göz devirip paketten bir tane kendisi aldı. "Bak tadı çok güzel."
Çocuk dikkatle Chuuya'nın bisküviyi yutmasını izledi ve aradan birkaç saniye daha geçince.. Bisküviyi aldı.
Huh? Yani onu zehirleyeceğimi falan mı düşünüyordu?
"Ailen sana yabancılardan yiyecek almamanı mı tembihledi?" eğilerek durmak belini mahvettiği için yere oturdu. Rimbaud'un bütün gün bunu nasıl yaptığını merak ediyordu. Belim ağrıyor diye sızlanıp durmasına şaşmamak lazımdı anlaşılan.
Kaiyo sakince başını salladığında kıkırdar gibi oldu. "Pekala bu doğru ama burada güvendesin.. Rimbaud burada değil farkındayım ama ben onun çok yakın bir tanıdığıyım, bu gece birlikte olacağız tamam mı?"
Oğlan yine sadece başını salladı. Küçük ellerinin sürekli papyonuyla oynadığını fark etmişti. İçerisi klima sayesinde oldukça sıcaktı, Chuuya bile kısa kolluyla duruyordu ve bu çocuğun üzerindeki takım elbise..
Rimbaud çocuklar için yedek kıyafetlerin dolapta olduğunu yazmıştı.
Gözleri odanın kenarındaki beyaz dolaba kaydı ve dudaklarında muzur bir sırıtış belirdi.
"Hey, bir fikrim var," derken ayaklandı ve Kaiyo'ya elini uzattı. "Seni şu dar kıyafetlerden kurtarıp rahat bir şeyler giysek mi?"
Bu, Kaiyo'nun fazlasıyla hoşuna gitmiş olacak, gözleri aniden ışıl ışıl oldu ve Chuuya'nın elini sıkıca kavradı.
Yavaş yavaş alışıyor.
Chuuya çocuğa gülümsedi ve dolaptan üzerine olabilecek, sade birkaç parça kıyafet buldular. Kaiyo papyonundan ve ceketinden kurtulduğu an yüzüne bir mutluluk gelmişti. Chuuya ona giyinirken yardım ettiği sırada dışarıdan başka bir araç sesi duydu.
"Kaiyo-chan, beni burada bekleyebilir misin?" diye sordu çocuğu elinden tutarak oyun alanına geri götürürken. Kaiyo geldiğinden beri ilk kez ağzını açtı. "Teşekkürler Nakahara-sensei."
Chuuya kalbinin sıcak bir hisle kaplandığını hiçe sayamazdı ama sensei kelimesi ona hiç doğru hissettirmiyordu çünkü bu büyük bir yalandı-
"Bak ne diyeceğim," derken çocuğun başına dokundu. "Chuuya demeye ne dersin? Kaiyo ve Chuuya olabiliriz."
"Ama annem-"
"Annen burada değil," dedi biraz aceleyle Chuuya. Rimbaud'a bunun doğru bir tavır olup olmadığını sonra soracaktı ama sonuçta onu buraya onlar göndermişti. Kendi yöntemlerini kullanacaktı ve kimse ona engel olamazdı. "Bu bizim sırrımız olur. Ne dersin?"
Kaiyo bir süre bunu değerlendirirmiş gibi gözüktü ve sonra minikçe başını salladı. Chuuya memnunca ona yumruğunu uzatıp tokuşturmasını bekledi. "Aferin sana. Şimdi ben hemen geliyorum."
Çalan zil üzerine ayağa fırladı, kapıya koştu. Kapıyı açtığı andan itibaren onu arkadaki kıpkırmızı motor kör ederek önünde duran aileyi unutmasını sağladı.
Hasiktir yeni model değil mi lan o-
"İyi akşamlar, bayım."
Hemen kendini silkeleyip eğildi. "İyi akşamlar, ben Nakahara Chuuya. Stajımı burada yapıyorum, bu gece çocuklarla ben ilgileneceğim."
Başını kaldırdığı zaman Kaiyo'nun ailesine çok tezat bir manzarayla karşılaştı.
Karşısında duran kadın, kısa alev kırmızısı saçları ve deri ceketiyle üç kilometre uzaktan parlarken motoru sürdüğü kaskından belli olan adam altın dişleriyle kucağındaki çocuğa sırıtıyordu.
"Memnun olduk," dedi adam neşeyle. "Bizi kurtardınız, Kou'yu bırakacak kimse yoktu."
"Önemli değil," Chuuya gülümseyip babasının kucağından yere atlayan oğlana baktı. Elinde babasınınkinin aynısından bir oyuncak motor ve şişme yeleğinin cebinden gözüken bir helikopter vardı. "Hoş geldin Kou-cha-"
"Oyun oynayalım!" çocuk heyecanla Chuuya'nın bacaklarına saldırdı ve Chuuya tökezledi. Dilinin ucuna kadar gelen küfürü zar zor tutmuştu.
"Kou biraz hiperaktif bir çocuktur," dedi kadın. Chuuya'nın içinden hiç belli olmuyor demek geçti ama sessiz kaldı. Çocuk hala eline asılıyordu. "Bizim gitmemiz gerek, iyi seneler sensei."
"Evet.. Size de. Aynen." Chuuya dualarının kabul olduğuna dair bütün umutlarını cehennem ateşlerine fırlatıp onu içeri çeken çocuğun ardından kapıyı kapatmaya zar zor vakit bulmuştu. Sarıya kaçan saçları minicik bir örgü yapılmış velet içerideki diğer çocuğu görünce Chuuya'nın kulaklarını sağır eden bir çığlık attı. "Ice!"
Kaiyo oturduğu yerden şaşkınca kalktı. Üzerine atlayan çocuğu tutabilecek kuvvete sahip olmadığı için legoların üzerine çakıldılar. Kou hemen doğruldu. "Bak ben ne yapmayı öğrendim!"
Chuuya, onların zaten birbirlerini tanıyan çocuklar olduğunu anlık unuttuğu için kısa bir süreliğine bu samimiyete şaşırır gibi oldu. Çoktan lego parçalarını birleştirerek birtakım ulaşım araçlarının yandan yemişlerini yapmaya başlamış küçük çocuğu Kaiyo yüzünde aydınlanmış bir ifade ile izliyordu.
O az önce Ice diye mi bağırdı..?
Ya yanlış duymuştu ya da tamamen anlamsız bir çığlıktı. Sonuçta dört beş yaşında çocuklar değiller miydi?
İkisinin arasına yaklaşıp dizlerinin üzerinde oturdu. "Ne yapıyorsunuz?"
"Atak helikopteri!" Kou heyecanla Chuuya'ya elindeki parçaları gösterdi. Atak helikopteri dediği şey her neydi ise Chuuya onun bu olmadığına emindi.
"Sana yardım edebilir miyim peki?"
"Olur sensei!"
Chuuya daha ağzını açamadan Kaiyo, Kou'ya bir lego parçası uzattı. "Sensei ona sensei denmesini sevmiyormuş."
Bu Kou'nun kafasını karıştırmış olacak, oğlan koca gözlerini kırpıştırdı. "Ne diycez o zaman?"
"Chuuya'ya ne dersin?" çocuğun ona verdiği oyuncağı düzeltebilmek için bazı parçaları sökerken gülümsedi. Madem dizisini izleyemiyordu, bu çocukların eğlencelerine musallat olurdu o da o zaman.
"Çok havalı!"
Her şeyden önce bu çocuğun sesini kısmak için bir yöntem bulması lazımdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Little Flags •BSD
Fanfiction•Bungou Stray Dogs •Kindergarten AU •Babysitter Chuuya •4-5! Flags •Non-canon names •Slight Rimlaine