Sabah Hank'i çalıştıramadık. Aküsü bitmişti ve düz kontak yapmak mümkün değildi.Hank'in çalışmasını sağlayacakmış gibi yedek lastiğe tekme atan Minho, "Yine ne oldu?" diye sordu.
"Annemin hep dediği gibi 'Ha gayret" dedim.
"Yapabileceğimiz bir şey var."
Aramızdaki en ufak tefek kişi olduğu için Felix'i sürücü koltuğuna oturttum, biz de kaportanın önüne geçip aracı var gücümüzle ittik. Kum çekiş gücü sağlamadığından kuru kütükleri takoz niyetine tekerleklerin altına yerleştirdikten sonra Felix'e kontağı açmasını söyledim. Motor çalışmadı ama ciğerlerimiz patlayana kadar yüklenince cipi çarptığı ağaçtan kurtarıp birkaç metre geriye itmeyi başardık. Hızlıca motora göz attım; ön tampondaki göçük ve ezik kaportaya rağmen her şey yerli yerinde görünüyordu. Kütükleri arkadan alıp ön tarafa yerleştirdim.
"Tamam, şimdi arkadan itin."
Felix sessizdi ama önceki geceye göre çok daha aklı başındaydı. Hep birlikte bütün ağırlığımıza cipe arkadan yüklendik. Sabah ayazına rağmen boynumdan ter aktı, sırtıma ve bacaklarıma ağrı girdi ama yine de pes etmeden ittim. Toprağın üstünde olsak çok daha kolay olurdu ama en zor şartlarında bile Kalahari ancak akıp giden bir arazi olarak tanımlanabilirdi.
Hank'i hareket ettirmeyi başardığımızda, Felix'e, "Debriyaj," diye bağırdım. Biz itmeye devam ederken biraz hız kazanınca da gaz pedalına basmasını söyledim. Önce hiçbir şey olmayınca içim daraldı.
Ardından motordan tıksırır gibi bir ses gelince Hank rahatını bozduğumuz huysuz bir adam gibi canlandı.
Herkes coşkuyla bağırıp kasılarak beşlik çakarken dudağıma bir tebessüm bile değmedi. Yapmamız gereken işten başka bir şey düşünmüyordum. Yeniden uyumaya cesaret edemeyip güneş doğana kadar nöbet tutmuştum; rüya görmekten ölesiye korkuyordum.
Ters bir şey olduğunu anladığımda kampa varmamıza bir kilometre kalmıştı. Önce havadaki duman kokusunu aldım ama nedenini biraz sonra anlayabildim. Başta en olası ihtimali düşündüm: Anız yangını. Buralarda yüzlerce orman yangını görmüştüm. Bu yangınlar tehlikeli olsa da ne yapmanız gerektiğini biliyorsanız kolayca üstesinden gelebilirdiniz.
Oysa bu yangın farklıydı. Kokusu normalden farklıydı; plastik kokusu alınca yüreğim ağzıma geldi.
Kampı bulmuşlar. Niye kampa gelsinler ki? Babam açısından bunun anlamı neydi? Onu yakalamışlar mıydı? Yakaladılarsa neden hålå suç mahal- linde gezinmek yerine kadar Güney Afrika'ya veya Namibya'ya gitmemişlerdi? Aman Tanrım... Ya biz buradayken gelselerdi?
Ben bir anda frene basınca Hank de araçtakiler de öne savruldu.
Başını ön koltuğa çarpan ve çarptığı yeri ovuşturan Seungmin, "Ne oluyor?" diye acıyla bağırdı.
"Burada kalın." Motoru kapatıp kapının üstüne tırmandım. Cip ağaca çarpınca iki kapısı da açılmayacak şekilde sıkışmıştı.
Ben hızla ileriye doğru koştururken Hyunjin istemeye istemeye diğerleriyle birlikte arabada kaldı. Kampa yaklaşınca otların arasına çömelip benimkiler belli olmasın diye kumdaki izlere basa basa koştum; kirpinin dikenlerinin açtığı yaraların acısı yüzünden tıslıyordum.
Çadırlarımızın bulunduğu açıklığı görünce yüzükoyun yatıp dirseklerimden destek alarak sürünmeye başladığımda bir kuyruksürenin yerinden fırlamasına sebep oldum. O kaçınca ben de durup otları aralayarak etrafı görmeye çalıştım.
Kamp harabeye dönmüştü.
Çadırlar ateş çukuruna atılmış, geriye ancak külleri kalmıştı. Her tarafa, akasyaların dallarına bile paramparça edilen giysiler saçılmıştı, Yamultulup ateşe atılan karyola demirleri tuhaf ve ürkütücü bir açıyla duruyordu. Dirseğimin yanında yarısı yanmış bir kâğıt parçası vardı. Kâğıdı alıp bakınca midem ağzıma geldi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kalahri | Hyunin
Fiksi PenggemarEğitim amaçlı bir safaride işter ters gidince, başlarında rehber olmayan 6 genç, Kalahri Çölü'nde mahsur kalır. Onların hayatta ve güvende olmasını sağlamak ise saha biyologlarının oğlu Jeongin'e kalır. !uyarlamadır!