Hayal kurmayı her zaman çok sevdim. Hatta bazen hayallere dalıp gittiğim için gerçekte olan bitenleri kaçırdım. Büyüdükçe işler biraz değişti ama... acıyı tattım. Hayal kırıklıkları yaşadım... umutlarımı yitirdim. Bu bir insanın kendisine yapabileceği en büyük kötülükmüş oysa ki... hayal yoksa gerçekte yokmuş. Hayal kurmayı kestikten sonra her şey sarpa sarmaya başladı sanki. En kötüsü de ne biliyor musunuz?.. bir kez hayal dünyanızdan çıktıktan sonra geri dönüşünüz imkansız gibi bir şeye dönüşüyor. O saflık... o umut dolu düşler peşinizi bıraktıktan sonra yapayalnız kalıyorsunuz. Sonrasında da klasik ''büyüdük be...'' cümlesini kuruyorsunuz. Oysa ki, büyümeye çok meraklı değil miyizdir? Büyüyünce şu şu olucam... büyüyünce araba alıcam... büyüyünce annem kızmadan dışarı çıkabilicem... hele bir on sekiz olayım kendi kararlarımı kendim alıcam... bu cümleler değil mi bizi büyüme meraklısı yapan? Halbuki büyüyünce her şey sonlanmıyor mu? Hep bir geçmişe özlem yok mu içimizde? Tabii... bu herkes için geçerli değil. Bazılarımızın geçmişi o kadar karanlıktır ki... ileride bir ışık görme umuduyla koşar sonsuz tünelde. Tünelin sonu karanlıktır. Gözlerinizi bir daha açmamak üzere kapadığınızda anlayacaksınız bu boş koşuşturmanın anlamsızlığını...
Ben de tam olarak bu şekilde hayallerimi arkamda bıraktım. Onların değerini anladığımda ise çok geçti artık. Artık istesem de o kadar gerçekçi... umut dolu hayaller kuramıyordum zihnimde. Sizler hala hayal kurabiliyorsanız... onları bırakmayın. Hayatınızda en ufak umut kırıntısı varsa... tutunun ona! Öyle sıkı sarın ki hayalinizi... tomurcuklanıp umuda... oradan da gerçeğe aksın kırıntıları.
Şimdi ise sadece mutlu olmaya çalışıyorum. Hayatım boyunca hiç bir hayalim gerçeğe dönüşmedi. Belki ileride olur bilmiyorum tabii ama benim için bir tık geç artık... fakat bu yazımı okuyanların bazısı için eminim ki geç değil henüz.
Geç olduğuna inanan okuyucularım... benden size tavsiye, hayatınıza size umut aşılayacak insanlar sokun. Sizi sömüren... bir adım ileri götürmeyip yerinizde saymanızı sağlayan... umutsuz insanları uzaklaştırın. Onlar sadece kendilerini düşünür ve sadece kendilerinden bahsedeler. Sizin duygularınızın derinliğini tahmin etmeleri dahi imkansızdır. İsteseler elbet anlarlar fakat onlar bunun için kendilerini yetersizlik adı altına gizleyip sadece kendi hayatlarına odaklanırlar. Bunu bir nevi telefon gibi düşünebiliriz... umutlarımız ise şarj. Onlar kendi şarjlarını sadece kendilerine saklarlar... kendisini ilgilendirmeyen hiç bir şey ile ilgilenmezler. Siz söylemeden zor zamanlarınızda yanınızda dahi bulunmazlar. Siz, sizin söylemenizi beklemeden size gelenlere gidin...
Her neyse... çok sıkıcı ve bunaltıcı olmak istemem. Karamsar birisi olduğum doğrudur fakat bunu hep yazarken yansıtıyorum. Normal hayatımdaki her ortamda neşeli olmaya ve ortamı neşelendirmeye bayılırım. Bu hepimize aynı şeyi hatırlattı öyle değil mi?... 'Çok gülenler, en çok üzülenlerdir...' Bu söz her zaman, herkes için geçerli değildir oysa ki. Çok insan tanıdım... zorluklarla baş edemeyip dibe batan. Ya da çok güzel ve her şeyin tıkırında giden hayatına anlamsız dramlar yükleyip melankolik takılmaya çalışan. Anlamsız bir söz yani kısacası...
Biraz kendimi tanıtayım o halde sizlere... ben 'Ankalina'... mesleğim yok. Çok fazla var ama yok. Çocukluğumdan beri hep çok meraklı ve hevesli birisiydim. Hemen hemen her şeyi başarabilecek birisi olduğuma inancım tam. Hiç bir zaman umudumu kaybetmedim ve illa ki bugün değilse yarın yapacağım şeklinde ilerledim. Fakat hiç bir zaman o 'yarın' gelmedi. Hiç bir zaman bir adım öne geçemedim. Hayat her zaman benden bir adım önde ilerledi. Her önüme geçişinde de çelmesini taktı. Ona sadece dilendim... ne olur sadece izin ver. Artık bir adım atmama izin ver... fakat hayat öyle acımasız ki... sizin dizleriniz, düşmekten kan içinde kalmış olsa da çelme takmaya devam eder. Arkasında sadece alaycı bir gülümseme vardır. Bir noktadan sonra çok takıntılı birisiyseniz, delirmeye başlarsınız. Dilinizden akıtamadıklarınız kalbinize akar... kalbin ayarı bozulunca, beyin eşlik eder ona. Size, sizin garip ve gereksiz olduğunuzu empoze eder ve öylece boşlukta kaybolur gidersiniz. Aynı sıcak çaya atılmış bir şeker gibi geçer gidersiniz bu hayattan. Sapasağlam girdiğiniz hayattan eriyerek... yok olarak yitip gidersiniz. Geriye yalnızca yumuşak bir tat kalır.
Hayatın umutsuzlukları bitmez evet... ama bu tamamen sizin elinizde. Şeker olmak istemiyorsanız... kaşık olun. Siz olmadan bu döngü başlayamasın... siz temel karakter olun hayatınızda. Bu bahsettiğim 'çay' sizin hayatınızdı. Az önce okurken, kimse neden ben çay da şeker olup gidiyorum demedi mesela... direkt çayın tozu... kaşık... bardak olun. Olun ki... siz olmadan bu döngü anlamsızlaşsın.
Bu hikayeyi, hayal dünyamın tam içinden size sunuyorum... umarım beğenerek okursunuz.
*****ANKALİNA*****
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAHKÛMİYET
General Fictionİyilik sandığımız şey ya aslında, kötülük ise?.. Ya da kötülük sandığımız şey iyilik ise?..