Jimin
Yoongi aşağıda beni bekliyordu. Yanına gidip ne konuşacaksak konuşmalıydık ancak tedirgindim. Kötü bir şey olmayacağını söylemişti hatta her şeyin bundan sonra daha iyi olacağını. Yine de adımlarım geri geri gidiyordu. Onun yanına gitsem hiçbir neden olmadığında bile iyi hissederdim, bu yüzden oyalanmadan mutfağa gitmeliydim. Kafamda susmak bilmeyen o sesler olmasa her şey daha iyi olabilirdi tabii.
Onu sevmem neden bir suç işlemişim gibi hissettiryordu? En yakınım diye onu sevemez miydim ki? Kendimi uzak tutmak için çok çabalamıştım aslında. Neredeyse iki haftadır doğru dürüst bakmamıştım gözlerine. Uzak durursam biter sanmıştım , bir rüyaydı bitti derim sanmıştım. Fazlasıyla yanılmıştım.
Mesajlarda kıskanç kıskanç konuşması umudumu diri tutsa da adım atmayacaktım o bana gelmeden. Ama bugün suçlayıcı konuşmaları sinirimi bozmuştu. Istemeden yazdığım şeylerin sonucunu ,eğer aşağı inmeyi akıl edebilirsem , öğrenebilecektim.
Pijamalarımı olabilecek en yavaş şekilde giyinmiş ve aşağı Yoongi'nin yanına inmiştim. Onu masada yemem yerken gördüm. Öğle arasında bana kızdığı icin yemek yemeyi reddetmiş olmalıydı. Ben de karşısına geçip konuşmasını bekledim. Fakat o geldiğimin farkında olmasına rağmen kafasını kaldırıp da bakmadı bana.
"Ee, konuşmayacak mıyız? " Titreyen sesimle konuştuğumda sonunda ilgisini çekebilmiştim. Ellerindeki çubukları tabağının yanına koyup ellerini birbirine bağladı. Gözleri beni uzun zamandır görmemiş gibi yüzümde takılı kaldı. Eh, haklıydı. Bu hafta onunla konuşmamak için, aynı ortamda bulunmamak için köşe bucak kaçmıştım ondan. Yanaklarımın ısındığını hissetsem dâhi çekmedim gözlerimi.
"Nasıl başlayacağımı bilmiyorum. Işimi kolaylaştır benim. Sen başla önce. Mesajda ne demek istediğini açıkla, yanlış anlamadığımı senin ağzından duymak istiyorum." Masadaki sürahiden bir bardak su doldurdum kuruyan boğazım için. Beni bekledi sabırla.
"Yoongi, şimdi söyleyeceklerimi senin her şey iyi olacak sözlerine dayanarak söylüyorum. Söylediklerimden sonra benimle kavga edip aramızı bozarsan toparlanamayacağımı bilmen gerekiyor her şeyden önce. " Ellerimde ellerini hissettim. Sanırım devam etmem gereken yerdeydim. Ama ne söyleyeceğimi , nasıl söyleyeceğimi birinin bana söylemesi gerekiyordu. Keşke annem yanımda olsaydı. "Ne söylersen söyle aramızın bozulmayacağına söz veriyorum. Devam et. Kurtar bizi bu bilinmezden."
Düşünmedim daha fazla. Ne olacaksa olacaktı. Bundan sonsuza kadar kaçamazdım. "Senden hoşlanıyorum. Hayır, yanlış oldu bu. Sana aşığım. Belki bu da yanlış oldu. Seni seviyorum Min Yoongi." Sustu. Ellerini çekti. Kalbim bu kez heyecandan değil korkudan attı hızlı hızlı.
Gözlerimde hayal kırıklığıyla kaldım öylece.
Başımı eğdim usulca. Tırnak kenarlarımdaki o deri parçacıkları canımı sıktı. Fazlaydı , oraya ait değillerdi. Koparmam gerekiyordu. Uzun sayılamayacak tırnaklarım görevini biliyordu. Soydum tek tek , kurtardım ellerimi fazlalıklardan. Kaç dakika geçti sayamadım. Kanamaya başladı tırnak kenarlarım. Canım yandı. Gözlerim akıttı yaşlarını.Kanayan yerlerde gezinen gözlerimin görüş açısına onun elleri girdi. Kanayan ellerim dudaklarıyla buluştu. "Hemen eğdin başını, doldurdun mu gözlerini? Ah, benim tatlı Jimin'im neden acıya bu kadar aşıksın? Yanına gelmek için kalktığım bu birkaç saniyede ne felaketler geldi o güzel aklına?" Değil dakikalar bir dakika bile geçmemiş miydi? İzafiyet teorisi dedikleri bu saçmalık felaketlere sürüklüyordu beni. Yaşlı gözlerimi bu kez buluşturmadım gözleriyle. Buluşturamadım. Utandım yine.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Golden Hour | YOONMİN
FanfictionAkademik başarıyı haddinden fazla önemseyen okul birincisi Park Jimin ve basketbol takım kaptanı en yakın arkadaşı Min Yoongi'nin aşka dönüşen gün batımı tadındaki hikayesi...