Tanrı'nın varlığına inancım azdı, inanma ihtiyacım ise fazlaydı. Yanımda kimse olmadığında , benden sevilecek bir taraf bile kalmadığında ; sığınabileceğim , beni her hâlükarda kabul edecek bir yaratıcı fikri oldukça cezbediciydi benim için. Fakat kendi varlığımın farkına vardığımdan bu yana Tanrı'ya sığınma ihtiyacım sayabileceğim kadar azdı. Yanımda beni her şekilde kabul eden , sığınmak istediğimde sıcak göğsünü başıma ev yapan biri vardı zaten. Belki de diğer hayatımda-tabii mümkünse eğer- bir meleği hak edecek kadar büyük bir iyilik yapmışımdır. Aksi takdirde Tanrı bana en değerli meleğini vermezdi.
Otobüste yan yana oturmuş ve annemin bahsettiği , ailesi tarafından ne yazık ki insan yerine konulmamış yaşıtımızın yanına gidiyorduk. Onunla ne konuşacağımızı bilmiyordum , bunun hakkında endişelenmiyordum da. Çünkü yanımda Yoongi vardı. Ancak şu an çok sessizdi ve Yoongi'nin sessizliği bu kez beni rahatlatmıyor aksine geriyordu.
Ondan saklamak istemediğim ama yapacağı taşkınlıkları bildiğim için söyleyemediğim şeyler soluduğum havayı daha da ağırlaştırıyordu.
"İyi misin Yoongi?" Elimi omzuna koyduğumda irkilmiş ve direkt bana dönmüştü. Gözlerinde gördüğüm huzursuzluk beni de huzursuz etti.
"Yorgunum galiba. Niye sordun, bir şey mi oldu?"
"Hayır, olmadı. Yine de iyi görünmüyorsun. Sorun ne ?" Aldığı derin nefesle beraber kafasını önündeki koltuğun başına yasladı. Elim istemsizce sırtına çıktı ve onu rahatlatma içgüdüsüyle aşağı yukarı hareket etti.
"Düşünüyorum. Biz de bir gün ailelerimizle konuşacağız bu konuyu. Bu beni korkutuyor. " Ellerim hareketini durdurdu.
Bizim ailelerimiz bu kadar acımasız olmazdı. "Onları tanıyorsun, anlayışla karşılayacaklarına eminim. Beni de korkutuyorsun. Yapma bunu." Kafasını kaldırıp seçemediğim bir ifadeyle baktı bana.
"Şimdiye kadar onların deyimiyle sapıtmadık ki hiç. Tepkileri bu yüzden bir bilinmez benim için. " Konuşmak için ağzımı açmıştım ki işaret parmağını dudaklarımın üstüne koyup konuşturmadı beni. "Söyleyeceklerini tahmin edebiliyorum. Ama," devam etmek zordu onun için. Hareketleri kendini ele veriyordu. "Bak belki de o çocuk da bir zamanlar ailesinin canı, göz bebeğiydi. Yönelimi her şeyi tersine çevirmiş olabilir ailesinin gözünde."
Bu andan sonra ne diyebilirdim ki? Haklıydı. Bunu göze alamazdım. Annem, Eun teyze ve Bay Min tarafından kırılmak , incinmek , yüreklerinin kapısından bir daha içeriye girememek benim için en acı son olurdu. Bu isteyeceğim son şey bile değildi. Konuşamayacağımı anlayan Yoongi elimden tutup ineceğimiz durağa yaklaştığımız için kaldırdı beni. Otobüsteki bazı gözlerin üzerimizde daha doğrusu birleşik ellerimizde olduğunu görüyordum. Rahatsız hissettikleri için bunu yapan onca insan ne benim rahatsızlığımın ne de Yoongi'nin rahatsızlığının farkındaydı. Ellerimi o sıcak avuçlardan çekmek istediğimde izin vermedi. Gerçekler bir bir yüzüme vuruldu. Ailem dediğim birkaç kişi de onlar gibi benliğimden rahatsız olup beni istemezse yanımda ellerimden tutacak bir Yoongi hep olacaktı.
Her şey fazlaydı; dayanamayacağım , kaldıramayacağım kadar fazlaydı.
Hastane koridorunda yürürken kendimde değildim. Yoongi bedenimi hareket ettiriyordu. Annemle kısa bir sohbet ettikten sonra nihayet isminin Soobin olduğunu ögrendiğimiz arkadaşın odasının önündeydik. Kapıyı tıklattığımızda beklediğimiz gibi hiçbir ses duymadık. Yine de içeri girmekten geri durmadık. Hareketlerimiz ürkek denecek kadar sessiz ve yumuşaktı. Acıyan canını ufak bir hareketimizle , kemiği olmayan dilimizin bizden izinsizce sarf edeceği sözcüklerle kırmamak için kılı kırk yarmıştık.
Yine beklediğimiz üzere hoş karşılanmamıştık. Bu bizi yıldırmamış , onunla konuşmak için çabalamıştık. Bizimle tek kelime etmemesi iznim olmadan kırmıştı kalbimi.
Ne yazık ki ya sevmelisin ya nefret etmelisin denen biz yaratıklar orta yolu bir türlü bulamamış ve nefretimizle her şeyi paramparça etmiştik. Duyguları , insanlığı parçalanmış bu yaralı bedenin de bizden nefret etmemesi için bir neden yoktu. Ne de olsa özünde her insan aynıydı onun gözünde.
Ne vakit ki onu ciddi anlamda rahatsız ettiğimizi anladık , işte o zaman ona edebileceğimiz en güzel vedayı ettik ve odadan çıkmak için hazırlandık.
"Gidiyor musunuz?" Okul gömleğimin ucundaki tutuş gözlerimi doldurdu. Zaten otobüsten beri doluydum. Onun bu yaşanılması, katlanılması epey zor olan hayata tutunuşu gibiydi gömleğimdeki tutuşu. Aradaki bağlantılarda sürekli kopukluk olsa da zayıf bir tutuş benim için büyük bir umuttu. O da yaşamak istiyordu. Elimde olmayan, olmasını istediğim bu şansı Tanrı'dan diledim. Tanrı'm lütfen ona şeytanların at koşturduğu bu zorlu hayatta en yeterli gücü ver.
Sorduğu soruyu yanlış anlamıştı Yoongi. "Evet, seni rahatsız ettiğimiz için gerçekten çok özür dileriz. Belki konuşmak iyi gelir demiştik. Yani sadece konuşmak da değil; belki," Sustu birkaç saniye. "Ah, saçmalıyorum. Jimin ile beraber belki de sadece çıkıp gitmeliyiz."
Gözüm gömleğimi tuttuğu noktaya kaydı tekrar. Oraya baktığımı görünce kızgın demire dokunmuş gibi hızlıca çekti elini. "Belki ne ? Söyleyeceklerin, söyleyecekleriniz bu kadar mı? Hemen gidecek misiniz? İyi, gidin o zaman. Kapıyı da tam kapatın. Sizin yüzünüzden bir de ayağa kalkamam." Soobin yatağına iyice uzanıp üzerini örttü. Yoongi ile beraber ne yapacağımızı anlayamadık. Bundan sonrasını her zamanki gibi Yoongi'ye bıraktım. Yanlış bir şey söylemekten ,yapmaktan korktum. Kalktığımız koltuğa tekrar yerleştik."Yanlış anlamadıysam kalmamızı istiyorsun. Yanlış düşünüyorsam düzelt lütfen." Yoongi'nin kelimerindeki yumuşak tını Soobin'in bizi uzun uzun incelemesine neden oldu. Gözlerinden akan yaşla beraber ağzından kaçan hıçkırık canımı acıttı. Sarılıp her şey yolunda olmasa da her şeyin yolunda olduğunu söylemek istedim. Gözlerim bugün huy edinmiş gibi tekrar doldu. Yoongi kolunu omzuma sarıp başımı göğsüne sakladı. Saçlarımda hissettiğim öpücük yaşlarımı hızlandırırken kulağıma, "Git sarıl ona, itse de sarıl. Ben buradayım. Hadi!" diye fısıldadı.
Kalkıp Soobin'e sarıldım. İtmesinden korktuğum için deli gibi çarpan kalbim korkumun yersiz olduğunu anladığında daha sakindi. Ne kadar birbirimize sarılıp ağladık kestiremedim ancak annem gelip eve gitmemiz gerektiğini söylediğinde nihayet ayrılabilmiştik. Başta ortadaki somut soruna ağlasak da bir süre sonra herkes kendine ağladı. Hepimizin kendine özgü dertlerı, sıkıntıları , sorunları vardı. Ne büyük ne küçük... Dert dertti işte.
Numarasını alıp tekrar geleceğimize dair söz verdik. Annemle beraber eve geldiğimizde Yoongi'nin bizde kalacağını düşünmüştüm ama yemek yedikten sonra o evine geçmişti. Ben de kafamdaki doluluklardan kurtulmak için denemelerde yapamadığım manyetizma konusuyla boğuştum tüm gece.
Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Ona yardım etmeliymişim gibi hissediyordum. Yatağıma girdiğimde yanımdaki boşluğu içimde hissettim. Yoongi'yi istiyordum ben.
22. bölüm sonu
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Golden Hour | YOONMİN
FanficAkademik başarıyı haddinden fazla önemseyen okul birincisi Park Jimin ve basketbol takım kaptanı en yakın arkadaşı Min Yoongi'nin aşka dönüşen gün batımı tadındaki hikayesi...