Navigasyon beni girmem gereken son sokağa yönlendirirken, 50 metre ilerimdeki araba tamirhanesinin tabelasını fark ettim. Tam karşı kaldırımda boş bir park yeri gördüğümde sanki bir mirasın izini bulmuş gibiydim. Bu şehirde park yeri bulmak, bir denizde iğne aramak gibi nadir ve müthiş bir şanstı.
Emniyet kemerimi çıkarıp arkama yaslandım. Arabadan çıkmadan önce söyleyeceğim her şeyi kafamda tekrarlamalıydım. Konuşurken 'ııı' bile demekten nefret ederdim. Az sonra karşımda olacak olan elemanın, arkadaşımın daha hiç görmemişken bile negatif enerjilerini üzerime sirayet ettiren sevgilisi olduğunu düşününce... evet, çok mühimdi!
Burçin'le tanışalı çok olmamıştı, belki 1 aydır hayatımdaydı. Onla bahçede sigara içerken tanışmıştık. Yağmur yağıyordu, ama üff nasıl bir yağmur. Aslında pek sigara içen biri değilim. O gün de hiç sigara içesim yoktu, ama dışarısı gözüme o kadar cazip geliyordu ki, insanlar dışarıya bakıp beni gördüklerinde bağımlı mı ne yerine 'ruh hastası' demeyi tercih etsinler istemiştim. İşte sigaramı zoraki yaktığım o anlar da benim de 'bu hava da ne sigarası ruh hastası herhalde' diye düşündüğüm o kızla göz göze geldik. Benden çakmağımı isterken, kahve gözlerinin derinlerinde gördüğüm parçalanmışlığı tepemizdeki bulutlar da bile görmemiştim. Birkaç saniye durduktan sonra, onu kulüp faaliyetlerinden hatırladığımı fark ettim. Ben hatırlıyorsam, o beni muhakkak hatırlıyordur diye düşündüm. Çünkü kulübümüzün başkanlığını yapıyordum, bu yüzden kaba olmamam gerekiyordu. Nihayet gerekeni yaptım ve ona nasıl olduğunu sordum. Ama bazen sadece "nasılsın?" sorusu bile insanın dudaklarından bir hıçkırık kopmasına sebep olabiliyor. Öyle de oldu. Sonrasında uzun uzadıya bana sevgilisi olacak o piçin yediği haltları, nasıl biri olduğunu anlatmıştı. "Git Burçin, gel Burçin." fazlası değildi. Bir otoritesi vardı. Kendi oluşturduğu bu kendilik algısını koşulsuz şartsız kabul edecek bir çevre kurmuştu kendisine. Ama anlamadığım bir şey vardı. Sadece emir yağdıran, sevgisini göstermekten aciz olan, kafasında kurduğu dünyada 'hayır' kelimesini küfür olarak algılayan bir adamın çevresinde onu seven bu kadar insan olsun ki? İşte bunun cevabını almayı çok istiyordum ve tezimin aracılığıyla da alacaktım. Sadede gelirsek aslında o yeni tanışacağımızı sanacaktı ama ben bu adamla çok kez tanışmıştım. Ondan nefret etmiştim. Bazen ona hak vererek yapmıştım bunu. Ama şimdi 'gerçek bir tanışma' vaktiydi. Çünkü gerçek bir tanışma, yüzeyin ötesindeki derinlikleri keşfetmenin ilk adımıydı.
Monoloğu biraz abartmış olmamın verdiği yorgunlukla elimi alnıma atıp ovuşturdum. Şişirdiğim yanaklarımı serbest bırakıp yan koltukta duran dosyamı kucakladım. Son kez tüm söyleyeceklerimi gözden geçirip arabamdan indim. Ağır adımlarla ilerlerken içimdeki heyecanı ve endişeyi bastırmaya çalışıyordum.
Tam karşıma doğru adımladığımda, üç kişiyle göz göze geldim. Önlerindeki işi bırakıp bana dönmüşlerdi; muhtemelen müşteri olduğumu düşünmüşlerdi. Söze girmek için dudaklarımı araladığımda, tok bir ses benden önce davrandı ve aralarından en yaşlı gözüken amcaya seslendi.
"Mehmet abi, benim misafirim o. Aşağı gönder," derken ses gitgide alçalmaya başlamıştı. Onu göremiyordum. Sesinin de alçaldığını düşününce, muhtemelen benden önce söylediği gibi aşağı kata inmişti.
Adının Mehmet olduğunu öğrendiğim amca, baş selamı verip eliyle inmem gereken merdiveni göstermişti. Teşekkür edip merdivenlerden inmeye başladım. Dönen merdivenin sonundan gelen loş beyaz ışığın yanında bir de gölge vardı. İşte başlıyorduk.
Tam merdivenlerin önünde duran ve duvara yaslanıp ayaktan başlayıp hızlıca beni süzen genç adamla gözlerimizi buluşturdum. Çaktırmamaya çalışarak avuç içimi hafifçe üzerime sildim. Her yer terlerdi pekâla ama benim neden ellerimin içi terlerdi ki! Kuru olmasını umduğum elimi yavaşça ona doğru uzatırken, Burçin'in şu an burada olmama sebebine lanetler okuyordum. Nemli beyaz elimi kavrayan sert ve koyu ellere bakışımı indirdiğimde gerginliğim büyük oranda azalmıştı.
"Selam, ben Ege." dediğimde elimi daha sıkı kavrayıp, "Ben de Efe. Hoşgeldin." demişti.
Başımı salladım ve dudaklarımı birbirine bastırarak gülümsedim.
Hoşbulmuştuk.