Perdemin arasından sızan güneş ışıkları, sarı kirpiklerime ulaşarak beni tatlı bir uykuya doğru çekmeye başladığında, ellerimi karnımın üzerinde birleştirmiştim. Mizaç yapımın aksine, nadiren yaşadığım bu sakin anların tadını çıkarıyordum. Ancak bu gerçek manadaki aydınlanma anım, kulağıma dolan kapı zili sesiyle yarıda kesildi.
Ancak kapıda beklediğim muhtemel misafirimdi. Saniyeler sonra daha da keyif alacağım anların beni beklediğini bilmek, yüzümde bir gülümseme oluşturdu.
Ev halkına duyurmak amacıyla "Ben bakarım!" diye yüksek sesle seslenerek, mermer merdivenlerden hızla inip kapıya doğru koştum. Kapıyı açtığımda, beklediğim kişi karşımda duruyordu. Misafirim gelmişti! Gelen en yakın arkadaşım Rümeysa'ydı. Ellerinde bir kutu vardı ve kutunun içi gözlerimi alabildiğine dolduran tatlı örnekleriyle doluydu. Rümeysa ayakkabılarını çıkarmaya çalışırken, elinden donutları alıp hızla mutfağa doğru ilerledim. Artık umurumda olan tek şey, leziz tatlılardı.
Çok geçmeden kapının çarpılma sesini duydum. Ardından evdekilerin Rümeysa'yı karşılayan heyecan dolu sesleri ve son olarak Rümeysa'nın, kendi evindekinden daha iyi bildiği lavabonun kapısının kapanma sesi geldi. Eğer benim 'ellerini yıkadın mı?' dırdırımı çekmemek için zamanla el yıkama bağımlılığına yakalanmış bir arkadaşınız varsa, çok şanslısınız demektir. Artık ikiniz de beraber delirmiş sayılırdınız ne de olsa.
Üst raftan ikimiz için aldığım, onunkinin üzerinde Toy Story'den Jessie, benimkinin üzerinde Andy olan tatlı tabaklarımızı çıkardım. Kahve makinesine kahvemizi koyarken yukarıdan belime sarılan bir çift bacağın varlığıyla yerimden sıçradım. Hızla arkamı dönüp Rümeysa'ya baktığımda, tezgahın üzerinde istifini bozmadan oturduğunu gördüm. Kenetlediği bacaklarıyla beni kendine çekip sıkıca sarıldı. Uzun zamandır hissetmediğim güvenli alanıma tekrar kavuşunca, dudaklarımdan istemsiz bir gülümseme yayıldı.
"N'aber sadakatsiz Volkan'ım benim?" dedi, sesindeki esprili tonla.
Tezgahta oturduğu için benden daha uzun olan kıza bakıp kaşlarımı kaldırarak küçümseyici bir tavır sergiledim. "Ne sadakatsizliğimi gördün lan?" derken, onun espri dolu ifadesine karşı benim yüz ifadem oldukça ciddiydi. Sahte bir ciddiyetti bu.
Ciddi ifademe benzer bir tavır takınıp kaşlarını çattığında, Western filmlerini aratmayacak kadar gerilim dolu bir bakışma sahnesinin içinde bulduk kendimizi. Onun açık kahve gözlerine karşı benim mavi gözlerim adeta kavgaya tutuşmuştu. Sağ kaşını havaya kaldırdığında, ben sol kaşımı; sol kaşımı havaya kaldırdığımda ise ben sağ kaşımı havalandırdım. Ardından... yaklaşık 15 saniye süren bu gerilim dolu atmosferi, şiddetli kahkahalarımızla bozulduk. Rümeysa, gülmelerinin arasına 'hıuvhıuvhıuv' sesleri eklemeye başlamışken, ben de gülerken dizlerime yumruklarımı geçirmeye başlamıştım.
Herkesin en yakın arkadaşıyla yaşadığı o saçma gülme merasimleri bizim için de farklı değildi. Ne zaman bir araya gelsek, saçma, çoğunlukla ayıp ve hatta insanların yargılamaktan öteye gidemeyeceği şeyler bizim için komediye dönüşüyordu.
Günahı bol, ahlaki değerleri kuvvetsiz biriyseniz, o sahip olabileceğiniz en iyi arkadaştı. Ne güzeldir ki o da benim için aynısını düşünüyordu genellikle. İkimiz de hayatta birilerinin yaptıklarını ve yapamadıklarını değerlendirme mercisi olmak istemiyorduk. "Ee, nolmuş yani?" ve "Olabilir" ikilisiydik biz.
11 yaşımızdayken tanışmıştık. Taşındığımız ülkeden buraya geri döndüğümüzde beni onların sınıfına yerleştirmişlerdi. Neredeyse yarım dönem aynı sınıfta olmamıza rağmen hanımefendinin benimle pek enerjisi tutmamıştı. Popüler çocukla, insanlardan nefret eden kız karşı karşıya gelmişti. Zamanla onun yakın arkadaşı Mete benimle yakınlaşmış, sonrasında ikimizi yakınlaştırmıştı. Ben de sayelerinde bu kadar erken yaşta dostlukla tanışmıştım.