5

80 8 51
                                    

Pencereyi açar açmaz yüzümdeki esintinin yumuşak dokunuşunu hissettim. Dışarıda, ağaçlar bir film şeridi gibi geçiyor, aralarından geçen ışık oyunlarından gözlerimi alamıyordum. Çocukluğumun masum anıları canlanmaya başlamıştı bile zihnimde. Küçükken, ağaçların hızla ilerlediğini düşündüğümde babama sorduğum o soruyu hatırlıyorum. Her seferinde, iki koltuğun arasına küçük bedenimi yerleştirip, direksiyonu tutan babamın kollarına yapışarak, 'Baba, ağaçlar da evlerine gidiyor değil mi?' diye merakla sorardım. Şimdi bu anıyı hatırlayıp kendi kendime gülümsüyordum. Kısa süre sonra 'Belki de o zamanlar, gerçekten de ağaçlar da evlerine gidiyordu.' diye düşündüğümde gülümsemem daha da büyüdü. İnsan ne yaparsa yapsın çocukluğu hep içinde bir yerde kalıyordu. Üstelik sorularına kendi istediği şekilde cevap verilsin istiyordu.

Şoför koltuğundaki esmer delikanlı gülümsediğimi fark etmiş olacak ki bana döndü  ve "Sanırım keyfin yerine geldi." diye mırıldandı.

Yaklaşık 10 dakikadır arabanın içinde ve yoldaydık. Nereye gittiğimize dair hiçbir fikrim yoktu. Ama olduğumuz durum keyfimi kaçırmıyordu çünkü beklediğim gibi ondan neden kaçtığımı sorgulayacağı bir ortam yaratmamıştı. Haliyle, benim de krizler geçirirken bir de araya Efe'nin ağzını yüzünü dağıtmayı sığdırmam gerekmemişti. Sadece arabayı bu durumda süremeyeceğimi sakin görünümlü siniriyle bana anlatmıştı. Ben de benden beklenmeyecek hızda ikna olup yan koltuğa geçmiştim. Hepsi buydu! Şimdi ise duyduğum cümle görünümlü soruya manzaraya dalmış taklidi yapmayı bırakıp yanıt vermem gerekiyordu. Başlıyoruz!

'Daldığım' manzaradan gözlerimi ayırıp başımı ona doğru çevirdiğimde birkaç saniyeliğine göz göze geldik. Başımı hafifçe sallayarak onayladım. Evet, keyfim yerine gelmişti. Hafifçe tebessüm ederek, "En azından ölecek gibi hissetmiyorum." dedim.

Sesimdeki hafif gülümsemeyi fark eden adam, şaşkınlıkla bana döndü araba sürüyor olmayı önemsemeden. "Ölecek gibi mi hissediyordun?" diye sordu, sesinde merak ve alay dolu bir ton vardı.

Dudaklarımda hafif bir kıvrılma belirirken, "Anlamanı ummuyordum zaten." dedim. Sesimde onunkine benzer bir alaylı ton vardı.

Bu sözümle keyiflenme sırası ona geçmişti. Keyiflenme sebebini anlamasam da dişlerini göstererek gülmeye başladığında arkadaşımın erkek zevkinin fena olmadığına karar vermiştim. Esmer teni sayesinde belirginleşen beyaz dişleri ona çekici bir görünüm kazandırıyordu. Yan koltukta olmak onu inceleme fırsatını vermişti bana. Fırsatı değerlendirmeliydim. Tek eliyle direksiyonu tutarken diğer eliyle saçlarını karıştırdı. Saçları, gözleri gibi koyu renkteydi. Gözleri hafifçe kısık, derin bir düşüncenin izlerini taşıyordu. Kirli sakalları yüzüne maskülen bir havayı katarken, hafif kemerli burnu bu görünümü pekiştiriyordu.

Kolları iri ve güçlüydü, hafif kasları direksiyonu kavrayışında kendini belli ediyordu. Boyunun, yaklaşık 1.85 olduğunu tahmin ediyordum. Vücut yapısı zayıf değildi, kilolu da değil, tam ortada bir dengeye sahipti.

Işıklar, gözlerimi vücudundan yukarı ilerletip gözlerinde sabitlediğim o ana denk gelmişti. Kara gözlerini benim mavilerime kitleyip öylece durduğunda konuşulan konu üzerine bir yorum yapmayacağını anlayıp ağzını ilk açan kişi ben oldum.

"Nereye götürüyorsun beni?"

Düz bir ses tonuyla yanıt verdi. "Beynine oksijenin gittiğine emin olacağım bir yere." Ardından sert bir şekilde devam etti. "Ölümü bu kadar basit sandığına göre kesin bir oksijen desteği lazım sana." Çene kasları kasılırken, sözlerindeki sinir barizdi.

Bu beklenmedik sözleri önce şaşkınlıkla karşıladım. Kaşlarım hafifçe kalktı, gözlerim genişledi ve dudaklarım biraz açıldı. O an belki yarasına dokunmuş olabileceğim ihtimali aklımdan geçse de benim hakkımda hiçbir şey bilmeden bu yargıya varması canımı sıkmıştı. Kısa sürede şaşkınlığım yerini öfkeye bıraktı.

SINIRDA (bxb)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin