Uykum, adım sesleri, parke gıcırtısı ve bıkkın nefes alıp verme sesleriyle sekteye uğramaya başladıktan sonra, perdenin yavaşça yukarı çekilmesiyle tamamen sona ermişti. Gözkapaklarımdaki tonlarla ağırlığa rağmen zoraki gözlerimi araladım. Dışarıdan yatağa doğru süzülen cılız güneş ışıkları, kendimi savunmasız hissetmeme neden oluyordu. Perde tamamen yukarı doğru çekildiğinde, odayı dolduran ışığa alışmak zorundaydım. Güneş tam tepedeydi; neredeyse öğle diyebileceğimiz saatlerde uyandırılmaya çalışıldığımın farkındaydım artık. Durum böyle olunca uyandırıldığım için huysuzluk yapamazdım. Ama bu hala uykum olduğu gerçeğini değiştirmiyordu.
Yavaşça dağılmış saçlarımı karıştırmaya başladığımda, uykunun etkisi hala bedenimdeydi. Düşüncelerim yavaş yavaş şekilleniyor, gece boyunca yaşanan konuşmalar, kavgalar ve belirsizlikler zihnimde dolaşıyordu. Gözlerimi ovuşturarak etrafıma baktım. Tam yatağın olduğu hizadaki gardırobun aynasında kendimle göz göze geldim. Yorgunluğum yüzümden okunuyordu. Gözlerimdeki hafif şişkinlik, geç saatlere kadar uyanık kaldığımı kanıtlar nitelikteydi. Üstelik, olayın baş kahramanı yanımda yatmıyordu.
Ellerim titreyerek yorganı kenara ittiğimde, gözlerim ayna yansımasında gördüğüm karartma perdesinin mekanizmasıyla uğraşan genç adama takıldı. Tek ayağıyla pencere önündeki mermerde titizlikle dengede dururken, yüz ifadesinde yoğun bir konsantrasyon vardı. Her hareketi ölçülü ve kararlıydı. Yine elinden gelenin en iyisini yapmak için çabalıyordu ve bu çaba, yüzündeki derin kırışıklıklarda kendini gösteriyordu. Uğraştığı işin sadece perde mekanizmasıyla ilgili olduğunu bilmeseniz, atom parçaladığını düşünürdünüz.
Tüm vücudumla ona döndüğümde, uğraştığı şeyle o kadar meşguldü ki beni fark etmiyordu. İçimden 'mühendis kafası işte' diye geçirip beni uykumdan alıkoyan bu genç adama seslendim.
"Enes... Şu perdeyi kapatır mısın?" dedim. Sesim boğuk ve uyku doluydu. Perdenin tamamen serbest bıraktığı ışık, uykulu halimi daha da rahatsız ediyordu.
Sesimi duyar duymaz hızla bana döndü. Yaptığı işe o kadar odaklanmıştı ki sesimi duymayı beklemiyordu bile. Yüzünde bir an için şaşkınlık belirdi, sonra kendine geldi. Gözlerini tekrar perdeye odakladı. "Sence de perdede hafif bir yamukluk yok mu?" diye sordu. Odaya geliş amacı ve kurduğum cümle hiç umurunda değildi.
Derin bir of çektikten sonra en yakınımdaki yastığı ona doğru fırlattım. Dengesini tek ayağıyla sağladığı için ona ufak bir sallanmıştı yaşatmıştım. Duvara tuttuğunda "LAN!" diye bağırdı. Sesinde sonradan duyulan belli belirsiz bir kahkaha vardı.
Haykırışı beni keyiflendirmişti. Kollarımı havaya kaldırıp gerinirken yalancı bir somurtma ifadesi takınmıştım. "Of ya keşke düşseydin, azıcık gülerdik!" dedim.
Sözlerime gözlerini devirmekle yetinmişti. Hiç olduğu pozisyonu bozmadan tekrar perde mekanizmasına döndüğünde, muhtemelen başka bir hamlede bulunmamam için söze girdi. "Kahvaltı hazırladım. Hadi kalk."
Kahvaltı en sevdiğim öğündü. İçten içe kahvaltısız bir gün geçirmek bile istemezdim. Ve bana kahvaltı hazırlanması... İşte o, kahvaltıdan bile daha çok sevdiğim bir şeydi! Kulağıma iltifat gibi gelen bu cümle, uykusuzluğumu dağıtmış vücudumda bir enerji patlaması yaratmıştı. Kararlılıkla yataktan çıkmaya hazırlandım ve ayaklarımı yere bastım.
-
Enes, çatalına batırdığı peyniri dikkatlice ağzıma doğru uzattı. Gözlerimde hafif bir tereddüt belirirken, kafamı hızlıca iki yana sallayarak geri çektim. Enes'in yüzünde bir somurtma belirdi. Israrcı bir ifadeyle çatalını yine uzattı. "Bir tadına bak, gerçekten güzel." diye ısrar etti.