Deniz'i düşünmek, artık günlerimin arasına sıkışan rutin bir olay gibiydi. Gözlerimi açtığım andan itibaren Deniz. Ayağa kalkarken Deniz. Yüzümü yıkarken Deniz. Resim çizerken Deniz. Nefes alırken Deniz. Onu bu kadar benliğime katmak yapabileceğim en büyük hataymış gibi görünse de; renksizliğiyle siyah beyaz bir film şeridi gibi akan hayatımı, karmakarışık renklerle dolu bir boya kovasına batırmaya benziyordu. Daha çok mavinin tonlarıyla kıvam bulmuş bir kutu boya, benim gölgede kalmış yaşantıma iznim olmadan bulaşırken; o boya hayatımı renklendiriyor muydu, yoksa kirletiyor muydu, bir fikrim yoktu. Tek bildiğim bir şekilde renkleniyor oluşumdu. Siyah ve beyaz gibi iki renkle anlatılabilecek kadar basit olan yaşantım, şimdi binlerce rengin tonu sayesinde huzurla kaleme alınabiliyordu.Fırçanın ucundaki mavi boya, çizdiğim adam portresinin gözlerine damladı ve bu zamana kadar hiçbir göz çizimine isteyerek konduramadığım mavi renk, o sert bakışların arasında eriyerek kâğıda yayıldı. Bembeyaz kâğıdın ortasında, şimdilik sadece bir çift mavi göz vardı ama birkaç gün sonra neye benzeyeceğine dair tam bir taslak çizebileceğimi hesaplayabiliyordum. O sert bakışları tamamlayacak bir surata ihtiyacım vardı, bir ifadeye, bir anlama ancak zihnimde beliren o çehreye odaklanırsam, ortaya çıkacak yüzü tanıyor olmak beni dehşete düşürüyordu.
Kapı gürültüyle açılırken, Deniz'in geldiğini biliyordum çünkü ondan başka ziyaretçim yoktu. ''Ben bu adamı bir gün öldüreceğim,''
Her zaman yaptığı gibi sinirle koltuğa oturduğunda, bir dizini sürekli yere vurup durması zihninde dönen düşüncelerin somutlaşmış hali gibiydi. Sert ve ısrarlı.
''Kimi?'' diyerek homurdandım. Çok seçenek vardı, Deniz herkesten nefret edebilecek kapasitede biriydi.
Kaşlarını iyice çattığında, hayatımın bütün dilimlerinde onun nefret ettiği biri olmamayı diledim. Kimse onun nefretini hak edecek kadar günahkar görülmemeliydi.
''Kim olabilir? O Sedat itinden başka hangi şerefsiz benim sinirimi bozabilir?'' diyerek ters ters söylendi.
Masanın üzerindeki kâğıtları ilk çekmeceye sıkıştırıp tüm bedenimi ona çevirdiğimde, solgun yüzüne yayılmış öfkeyi oturduğum yerden hissedebilmiştim. Kaşlarını çatmıştı, sıktığı dişleri yüzünden çenesi gergindi ve kemikli yanakları içeri çekilmişti. Soylu bir adamın, portresi çizilirken takındığı o ağır havadaydı.
En ufak bir olumlu düşünceye pay bırakmayan kasvetli ifadesini bozmayarak, ''Bu adamı bir gün cidden geberteceğim. O zaman bana vurduğu deli damgası sayesinde ceza da almam.'' dedi.
Gülümsememeye çalışarak onun bu ağır sinir nöbetine eşlik etmeyi denedim. ''Ne yaptı?"
''Deli olduğumu söylüyor.''
Kaşlarım benden habersiz çatılırken, ''Sen böyle düşünüyor musun?'' diye sormadan edemedim.
''Tabii ki, hayır. Sence Tanrı benim gibi bir adamı, delilik makamında ziyan edebilir mi?'' diyerek güldüğünde, kırışan gözlerinin pencereden ona vuran güneş ışıklarıyla da mükemmel durduğunu fark ettim. Güneş ışığı da, en az ay ışığı kadar yakışıyordu yüzüne. Solgun yüzü güneş ışığında iyice meydana çıkmıştı.
''Sen ve egon.'' diyerek gözlerimi yapayca irileştirdim. ''Dehşetsiniz.''
Bir anlık ödün verdiği o havasına tekrar bürünüp yüzünü eski bozuk, sert ifadesine çevirdiğinde değişen ruh halini bir kez daha ayakta alkışladım. Sadece tek bir saniye içinde, birdenbire kimlik değiştirebilmesi şaşırtıcıydı ve bu konuda oldukça kendini geliştirmişe benziyordu. Yüzlerce maskesi vardı.