Terden ıslanmış, küçük elim Deniz'in biçimli ellerine sarılmış, benim tek çıkış yolum o olabilirmiş gibi sımsıkı kenetlenmişti. Her parmağımın arasına, onun uzun parmakları yerleşmişti, teninden tenime güven akıyor gibiydi. İtiraf etmek beni bir yük altında bırakıyor olsa da, onun varlığı, diğer yıkıntıların arasında dik durmamı sağlayan tek şeydi. Sürekli bir şeyler tarafından hırpalanıp, günden güne fiziksel gücümü yitirirken, elini tuttuğum adam bana çocukluğumdan beri eşine çok nadir rastladığım duygunun, güvenin, tohumlarını dikmişti. Nasıl olduğuna, ne ara denk geldiğini bilmiyordum, belki de bir yıldırımın yeryüzüne inmesi kadar kısa sürmüştü, belki de ağır ağır olgunlaşıp yavaşça su yüzüne çıkmıştı. Varlığından ve gerçekliğinden emin olduğum yalnızca bir şey vardı, Deniz'e güveniyordum. Ona güvenmem, Deniz'in iyilikle özdeşleşip, siyahtan, kötülükten ve cehennem çağrışımından arındığını göstermiyordu, içinde beslediği saf, küçük bir çocuk olduğu palavrasına da inanmıyordum. O gerçek anlamıyla büyümüş, çocukluğunu öldürmüş bir adamdı ve bariz bir biçimde iyilik timsali değildi, kötüydü, sorunluydu ama bu ondan alabileceğim güven duygusunu bir nebze olsun köreltmiyordu. Aksine, içindeki çocuğu öldürmüş adamların, geçmişindeki ihanetlerden ve deneyimlerden kendine pay çıkardığını düşünmüştüm. Kendisine yalan söylenmiş bir insan, nefret etmez miydi yalandan? İşte bu yüzden, Deniz'in bana verdiği bu güvene karşılık, mazisinde üstü karalanmış kırıklıkları olduğunu görebiliyordum ama üstlerini öyle güzel karalamıştı ki, kazısam bile hiçbir mana çıkaramazdım. Yalnızca o bana ışık tutabilirdi ve o bu ışığı yakana kadar karanlıkta bekleyecektim, bu bekleyiş ne kadar uzun sürerse sürsün, o bana anlatmaya hevesli olduğunu ana kadar müdahale etmeyi düşünmüyordum. Belki hemen bugün, belki iki gün, belki de birkaç ay sonra mezar taşıma fısıldayacaktı.
Temiz duyguların aksine içimdeki panik ve endişeyle harmanlanmış o karma his de git gide büyürken, peşimizden yükselip alçalan adım sesleri bu duyguları besliyordu. Sessizliği yırtan bir ses düşüncelerimi de eş zamanlı olarak bölerken, peşimizdeki adımlarla birlikte bir anda siren sesleri de alev almış, koştuğumuz caddenin dört bir yanı bu tiz sesle yankılanmıştı. Ne yaptığıma ve neden yaptığıma dair en ufak bir fikrim yoktu, bununla birlikte üstünü örtüp yok edemediğim bir dürtü bana Deniz'i yalnız bırakmamam gerektiğini fısıldıyordu, onun elini bıraktığım zaman boşluğa düşermişim gibi hissediyordum. Elbette benim varlığım onu korumuyor veya ona artı bir güç bahşetmiyordu, aksine onun sabrını ve direncini sömürdüğüm kesindi. Bensiz bu işten çok daha rahat sıyrılabilirdi ama buna rağmen, tereddütsüz elimi tutuyordu ve nedense onun yanında tehlikelerle mücadele etmek, rahat bir hayat içinde yaşamaya tercih edebileceğim hale gelmişti. Onun bu çalkantılı, aksak yaşantısı, renkliydi, güzeldi ve benim saf, minik iç dünyama vaat edilmiş bir cennetti.
''Koş, Ada. Duramayız.'' diye soludu Deniz, onun nefes benimki gibi tıkanmış değildi, hala daha kilometrelerce koşabilirmişçesine dinçti ve benim hırıltılı nefeslerimin arasına, ilahi bir melodi gibi dökülüyordu. ''Koş!''
Bacaklarımın üst kısmı kezzap sürülmüş gibi acıyordu, uzun zamandır iki adımlık mesafelerde gidip gelmekten başka bir aktivite yapmadığım için içine girdiğim tempo beni normal bir insanı etkileyeceğinden kat be kat fazla yormuştu.
''Yapamıyorum,'' Yetersiz, eksik, aciz bir cümle. ''Yapamıyorum.''
Nefes alıp vermek öylesine büyük bir kâbus kılığına bürünmüştü ki, içime damlayan hava artık zehir gibi yakıyordu, oksijen ciğerlerime dokundukça soyut eller kalbimi avuçları arasında sıkıyordu. Bir an göğsümdeki amansız sızı dinecek sandım ama ardından, yumruklar eskisinden daha beter bir şiddetle göğsüme vurmaya başladı. Bu his tarif edilemez bir şeydi. Sanki biri içeriden kaburga kemiklerimi parçalayıp un ufak ediyordu, sanki biri ciğerlerime şişler batırıp oluk oluk kan akıtıyordu. Tüm bu acı çukurunun içinde yüzüyor olmama rağmen Deniz'i yarı yolda bırakmamak için var gücümle koşmaya devam ettim, bedenim bir çuval gibi yere serilmediği ve bilinim kapanmadığı sürece onun için en azından bunu yapabilirdim.