Hastanenin lüks kapısının hemen ardında duran güçlü bedenin, o çocuğa ait olup olmadığına emin değildim.
Uzun, gür kirpiklerimi kırpıştırıp bunun bir hayal olmasını diledim fakat değildi.
O olduğunu, mavi dersem eşsiz rengine haksızlık edeceğim gözlerinden tanımıştım. Bakışlarını kapıyı açan Selin'e dikmişti. O kadar sert bakışların altında ezilip kalmak işten bile değildi ama Selin gayet sakin bir tavırla "Bir şey mi vardı?" dedi.
İçeri girmesi, beni geçmek bilmeyen dakikalara sürüklerdi. Bakışlarındaki öfke beni uzaktan bile korkutuyorken daha fazla yaklaşması kalp krizi geçirmeme neden olabilirdi.
Korkuyordum. Kalabalığın içinde annesini kaybeden bir çocuk kadar zavallıydım.
"Evet. İçeri girebilir miyim?" dedi, tehlikenin çekiciliği konu başlığı altında yer alacak bir ses tonu vardı. Şaşkınlıkla doğruldum.
Soğuk, paslı bir demirin sırtıma girdiğini anında hissetmiştim. Sanki demir sırtımdan girmiş, bedenimi aşarak karnımı yarıp, dışarıya çıkıyordu.
Acının büyüklüğü ile kuruyan dudaklarımın arasından ufak bir inleme kaçtı. Güçlü durmak zor değil, imkansızdı.
Adını söylemeyi bile istemediğim bu kanser illeti, bağışıklık sistemi kemirmişti. Hayattan zevk almamı, mutlu olmamı, iyi hissetmemi engelliyordu. Kısacası kanser makas olup, kağıda benzettiği hayatımı kenarlarından kırpıp keyfine göre şekillendirerek önüme sunmuştu. Al, şimdi resim çiz bu kağıda.
Yatak başlığından destek alarak ayağa kalktım. O çocuğun gözleri önünde bu kadar aciz olmak istemiyordum.
Fakat aynı şekilde acı da peşimi bırakmayı düşünmüyor olmalıydı ki bu sefer daha da büyüyerek saplandı. Bütün hücrelerim ayağa kalkıp birbirlerine kenetlenerek acıya karşı olmak istediler ama acı, tek hamlesiyle savurmuştu onları.
Yardım dilenircesine baktım Selin'e. Ona muhtaç olduğum seyrek zamanların birindeydik ve gerçekten acı çekiyordum.
Sırtımda yer bulan elle ikiye katlanan bedenimi doğrulttum. Selin yardım etmeye çalışıyordu fakat onun elleri üzerimdeki herhangi bir fiziksel acıyı sonlandıracak kadar tecrübeye sabit değildi.
Çektiğim acıyı reddederek, umursamaz bakışlarını bana diken çocuğa yöneldim. Acıdan zerre kadar anlamadığı belliydi.
Göz göze geldiğimizde sanki iğreti bir varlıkmışım gibi yüzünü buruşturdu. O kadar kötü göründüğümü sanmıyordum ama anlaşılan onun zevkine hitap edememiştim. Gözlerinin altında kendini daha çok gösteren esmer teni, benim bedenimin kireç tonuyla dalga geçebilecek kadar güzeldi.
"Evet?" dedim zor çıkan sesimle. Ondan korktuğumu anlamaması için üstün bir çaba harcıyor olmama rağmen küçümser bir bakış atıp gülümsedi.
"Sedat Bey, buraya gelip seni korkuttuğum için özür dilemem gerektiğini söyledi." dedi ve kas deposu kollarını hemen göğsünün altında birleştirdi.
Özür dileyecek gibi durmuyordu. Saf mavilikteki gözlerini kısarak yüzüne muzip bakışını ekledi. Yüzü oldukça yumuşak hatlara sahipti, bahsedebileceğim en ufak bir kusuru bile yoktu.
"Gerek yok." dedim. Buraya gelmesi gözümde oluşturduğu önyargılı tavrını silikleştirmişti. Göründüğü kadar egoist olmamalıydı, özür dilemek için buraya kadar gelmişti.