GİRİŞ

12.3K 1.4K 345
                                    

'Re

la sib la sol fa la'

Genç kızın ince uzun parmakları; notaların üzerinde lahzadan hallice kadar duraksadı, öyle devam etti.

'sol

La sol fa mi sol'

Parmaklarından elde ettiği bu eşsiz ses, kapattığı gözlerinin ardında onu diyardan diyara sürüklüyor, bir hapishanenin nem tutmuş duvarının önüne koyuyor, orada da çok durmayıp başka bir diyara gidiyordu. Piyanosu onu her gittiği yere kadar takip ediyor, parmak uçlarında dokunurken kendini kaybettiği tuşların hissini bir an bile kaybetmiyordu.

'fa

Sol fa mi re fa mi

Re sol la sol fa mi sol fa

Sol fa mi re fa mi

Fa mi re do mi re'

Kapalı gözleri, az aralık dudakları, sürüklendiği yerin halini yansıtan mimikleri, omuzlarının gerisinde beyaz kurdele tokayla tutturduğu gür kıvırcık saçları, gözlerinin önüne fırlayan birer tutam, ince uzun parmakları ve bakımlı tırnakları, üzerindeki beyaz elbise ve piyanosuyla zamanı yavaşlatacak bir uyum içerisindeydi.

Küçük bir çocukken, resim defterine çizdiği piyanolar vardı. Hatırlıyordu. Nedenini bilmez, o resimleri çizdikten sonra kendisi bile unuturdu. Belki annesine gidip gösterse, anlatsa unutmazdı. Çocukların çizdiği resimler anlaşılmaya ihtiyaç duyan birer tablo gibiydi. Onları anlamaksa muhakkak anne babaların vazifesiydi. Vazifesi yapılmayan her davranış günün birinde ıstırap verirdi.

Istırap. Evet, Zeliha'nın piyano çalarken hissettiği en hakiki duygu buydu. Kimseye göstermediği piyano resimlerini düşünmek ona müthiş bir ıstırap veriyordu. Zeliha buydu. Kötülüklerin ıstırabını çekmekte müthiş bir sorumluluk alır, mutluluklarını biraz tadını aldıktan sonra harcardı. Çünkü hissetmek de öğrenilen bir şeydi. Annesi ona böyle öğretmişti.

Evvel zaman sonra bir kadın gelmiş, onu bu piyanonun başına geçirecek cesareti vermiş, çizilen hiçbir resmin saklanmaması gerektiğini öğretmiş, küçük ellerden çıkmış her çizginin büyük ellerde mutlaka can bulması gerektiğini anlatmıştı. Zeliha bugün buradaysa, onun sayesindeydi.

Dudaklarındaki taze gülümsemenin hatırına, sonuna geldiği notaları başa sarmak istedi ama arka tarafından gelen sesle uzak diyarlardan gerçek dünyaya dönmek çok korkutucu oldu.

"Niye uçmuyor İnci?"*

Yavaşlayan zamanın içinde beyaz elbiseli kızı izleyen genç adam, duyduğu notalara aşinaydı. Filmin sahneleri ve Zeliha'nın eşsiz görüntüsü arasında öylesine kaybolmuştu ki korkutacağını bilemedi. Ansızın konuştu ve Zeliha'nın önce titreyişine sonra piyanodan parmaklarına çekişine ve kendisine bakışına şahit oldu. Zeliha'nın onu bulan gözlerini, o olduğunu anlayınca rahatlayan ve derin bir nefes veren halini izlemekse inanılmaz bir keyif verdi. Bu alçak bir histi belki ama elinde değildi.

Zeliha karşısındaki adama bakarken elini kalbine bastırdı, korku dağıldığında gülümsedi. Filmi izlediğine önce şaşırdı sonra gözlerinin içi parladı adeta. Evet tam olarak bunu istiyordu, biri aniden gelsin ve bu müziği bu replikle bölsün, kendisi de karşılık versin.

Onu korkuttuğuyla alakalı cümleler karıştırmadı araya ve tıpkı İnci gibi cevap verdi.

"Uçar bir gün."

Emir ve Zeliha birbirlerine bakarak gülüştüler.

Emir, Zeliha'nın kalbine bastırdığı eline bakarak ona doğru yürüdü ve "Korkuttum, özür dilerim." dedi önce.

"Ben sanırım gerçekten piyano çalarken dünyayla olan tüm bağlantımı koparıyorum."

Bu Emir'in çok iyi bildiği bir gerçekti. Gözlerini kaçırdı bildikleriyle "Galiba, dakikalardır arkandayım çünkü. Fark etmedin."

Ve bu ilk değil, diye geçirdi içinden.

Zeliha dudaklarını birbirine bastırdı ve piyanonun tuşlarına bastı. "İzlemişsin filmi." dedi.

"Büyük bir zevkle hem de. Ama sen kararlısın buradaki herkese izlettireceksin. Görevliler konuşuyordu kapıda bu müzik hakkında. Neyin, kimin müziği çözmeye çalışıyorlar."

"Söylemedin mi?" dedi Zeliha heyecanla. İnsanların onun yaptığı bir işi beğenmesi ve merak etmesi, paha biçemediği bir mutluluktu onun için. Bu okuldaki temizlik görevlisinin de, hocasının da hatta okulun içinde dolaşan küçük kedinin de... Hepsinin fikri çok önemliydi. O kedi sesi duyunca gelip dinliyorsa Zeliha'yı, ondan mutlusu olamazdı.

Emir başını kaldırdı ve "Cık." dedi. Paylaşması mümkün değildi bunu, kendine saklamak ilk önceliğiydi. "Arasın dursunlar. Ya da gelip sana ne güzel çaldığını söyleyip sorsunlar. Böyle işin kolayına kaçılmaz. Bak bana..."

"Sen kendin buldun." dedi Zeliha.

Emir, dikkatle Zeliha'ya baktı. Emir ne kadar gözlerini alamıyorsa Zeliha bir o kadar bakmıyordu. Piyanosundan arta kalan zamanda Emir'e dönüyordu. Emir'in söyledikleri onu heyecanlandırdıkça en huzurlu hissettiği yere, tuşlara ve notalara bakıyordu.

'Çünkü çabalamak Zeliha, çünkü her şeyin başlangıcı ve bitişi çabalamak. Verilen değeri çaba belirler. Sana sormak kolaya kaçmak olurdu, çabasızlık olurdu. Bastığın tek bir tuş bile benim için değersiz değil. Kendim aramalı, bulmalıydım. Zaman harcamalıydım. Senin için ve senin yaptığın her şey için, senin için ve sana çabalamayan herkes için çabalamalıydım.' dese de kendi kendine verdiği cevap çok yalın oldu.

"Öylesi daha doğruydu."

Zeliha gülümsedi, gözleri kapandı hatta. Bu his. Bu değer görme hissi. Eskiden çok sınırlı kişide gördüğü ama artık alışmaya başladığı, ağabeyi dışında başka insanların da ona değer verdiğini hissettiği bu eşsiz his... Başlangıcını o uzak diyarlardan gelen kadınla yaptığı bu his. Istırabını azaltıyordu.

"Hadi," dedi Emir. "Seni eve bırakmak için geldim, buralardan geçiyordum. Tahmin ettiğim gibi ders bitmiş ama sen buradasın. Toparlan gidelim. Ben de sen gelene kadar bir sigara yakayım."

Durduğu yerden ayrıldı ve kapıya doğru ilerledi genç kızı bırakarak. Gitmeliydi, sigarasını yakmalı, buraya yolunun düşmediğini, kasti olarak geldiği kendine hatırlatmalı ve kendine kızmalıydı. Kendine çok kızmalıydı. Hisler azarlanabilecek durumlar mıydı? Bunu da en yakın zamanda Fetih ağabeyine ve Efsun yengesine sormalıydı. Yolu onların göstermesi lazımdı, o yoldan ne çıkabiliyor ne de yürüyebiliyordu.

Yolunu şaşırmış bir insan, hataya en açık insanlardan biriydi. Bu yüzden buraya gelişlerini de engelleyemiyordu ama peki ya sözleri? Artık cümlelerini de mi engelleyemiyordu? Kapıdan çıkmadan sorduğu soru Emir'i dehşete düşürdü.

"Niye sevmiyor Zeliha?"

Büyük bir pişmanlık ayaklarına yapıştı ve koşarak çıkmak istedi buradan ama merak her hissini alaşağı etti. Zeliha baktığı piyanoda takılı kaldı. Soruyu anlayamadı, bulanık bir zihinle arkasını döndü ve Emir'e baktı. Aralarında birçok nota sığdırabileceği kadar zaman geçti. Sadece bakarak. Dili damağı kurudu ne söyleyeceğini bilemedi. Emir alamadığı cevapla gülümsemek çıkmak istedi ama gülümseyemeden çıkmak tek yapabildiği oldu. Arkasını döndü, kapı eşiğine varınca hızlı bir yanıt aldı. Hızlı ve talaşlı. O kapıdan çıkmadan ona yetiştirilen bir cevap. Neye dayanarak söylediğini Zeliha'nın bile bilmediği bir cevap.

"Sever bir gün."

***

*1989 yapımlı 'Uçurtmayı Vurmasınlar' filmden alıntıdır. 

Uçurtmayı SevmekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin