Akşam vakti bira, çerez yaptıktan sonra eve dönerken sonbahara girmek üzere olduğumuzu gömleğimin üzerinden vuran soğuk havadan hissettim. Elimi cebime koydum, Sezer'in dediklerine kulak astım.
"Halil Amca'nın kızı gelecekmiş Almanya'dan."
"Yine mahalle bayram yeri gibi olur." dedim sırıtarak, Aynur abla ne zaman yurtdışından gelse mahalleye neşe getirirdi. Eski günleri yad etmek için bir dolu saçma sapan etkinlikler düzenlerdi.
"Cihan'ın halini duyunca erkenden geliyormuş."
Onun adını duyunca yüzümdeki gülümseme silindi. Aynur abla ikimizi tarafsızca seven nadir kişilerden biriydi ama hep hissederdim, Cihan'ı ölen kardeşine benzettiği için biraz daha fazla severdi. Yine de benden sevgisini eksik ettiğini görmemiştim.
Kafamı salladım yalnızca, bir şey söylemek içimden gelmedi.
"Yiğit," Sezer'in tereddüt dolu sesini duydum. Kafamı ona çevirdim, beni çözmek istermiş gibi bakıyordu. "Sen onun bu haline içten içe üzülüyor musun?"
Kaşlarım çatıldı.
"Sikimde bile değil." dedim hırsla önüme dönerken.
"Ulan..." dedi rahatlamış bir şekilde. "Korktum amına koyayım ona üzülüyorsun diye. Başka biri olsa eyvallah da o haketmiyor."
"Allah cezasını vermiş zaten, benim insafıma ihtiyacı kalmamış. Küçük bir çocuğu düşman olarak bile görmem artık." O artık çocuktan farksızdı.
Sezer beni destekleyen bir mırıltı kopardı dudaklarının arasından, ifadesiz yüzümle önüme döndüm. Söylediklerimi içten demediğimi biliyordum.
"Yine de düşman düşmandır, hep böyle kalmayacak. Dediklerine göre beyninde herhangi bir sıkıntı yokmuş, travma kalmış. İstese düzelecek belki de bilmiyorum, öyle diyor mahalleli. Hastalığı yok, psikolojik rahatsızlığı var. Önceden de deli gibi bir şeydi zaten."
Herkesin dilinde bu vardı, önceden de deliydi diyorlar. Gerçekten de deli dolu biriydi, mahallenin ağır abileri bile onun bu deli halinden korkarlardı. Bir tek bana işlemezdi bu tavırları, bu yüzden otomatik olarak benden de korkardı millet.
Kahvehanenin önüne vardığımızda üç beş kişinin oturduğunu gördüm, kapatmak üzerelerdi kahvehaneyi. Bu sokakta oturan çocuklar ise hâlâ dışarıda oyun oynamaya devam ediyordu, birazdan anne korosu hep bir ağızdan çocukları eve gelmeleri için sıkıştıracaktı pencereden.
Aynı annemin bana yaptığı gibi, küçükken mahallede oyun oynarken annem öyle bir bağırırdı ki içeri gelmem için tüm mahalleli korkudan beni arar eve bırakırdı.
"İyi akşamlar gençler." kahvehanenin sahibi Tekin amca bize seslendiğinde ikimizde kafamızla selam verdik.
"İyi akşamlar."
Kahvedekiler de selamımızı aldı, yavaştan ayaklanmaya başlamışlardı.
Cihan'ın evinin önünden geçerken göz ucuyla ışığı açık olan pencerelerine baktım. Daha sonra hemen önüme döndüm, o sırada ellerinde kırık cam şişesiyle kapının önünde duran çocukları gördüm. Bir yer işaretlemişlerde kaybolmasın diye bir şeyler bırakıyorlardı.
"Napıyorsunuz lan veletler?" dedim elim cebimde, adımlarımı durdurup onlara bakarken. "Elinizi kesersiniz."
On üç yaşlarında olan, marketçinin çocuğu sırıtarak kafasını kaldırıp bana baktı.
"Yiğit abi, deliye tuzak kuruyoruz."
"Oğlum siz ne şerefsizsiniz, kim veriyor bu akılları size." dedi Sezer yanımda gülerek.
Tepki veremedim, öylece çocuklara bakmaya devam ettim. Onun sürekli evden çıplak ayakla kaçar gibi çıkıp, bir yola kadar yürüdüğünü biliyordum. İki kere kendim de görmüştüm.
Çıktığında ayağına cam batsın diye yola camlar koyuyorlardı.
Sezer yürümeye başladığında çocuklara bakmayı bırakıp bende acelesiz adımlarla peşinden gittim.
"Herkes alaya alıyor orospu çocuğunu. Seven üç beş kişi kaldı."
Sezer kendi kendine konuşurken bakışlarım önümde sadece yürüyordum, ilk onun evinin önüne geldiğimizde iyi akşamlar deyip evine gitmişti. Bense iki dakikalık yolu tek başıma giderek evin önüne vardım.
Apartmanın hemen önünde durup baktım, ışıklar yanmıyordu. Uyumuş olmalılardı.
Bir sigara çıkarıp yaktım, yavaş yavaş içerken diğer yandan saatime bakıyordum. Gece yarısını bulmak üzereydi saat. Etrafta neredeyse hiç gürültü kalmamıştı. Sigaramı bitirip yere attım ve ayağımın ucuyla ezip söndürdüm.
Elimi cebime koyup etrafıma bakındım, beş dakika önce geldiğim yolu acelesiz adımlarla geri döndüm. Sokaklarda kimse kalmamıştı, kahvenin önüne vardım. Kahvehane tahmin ettiğim gibi kapalıydı, ışıklar sönmüştü. Çocuklar evlerine dağılmışlardı.
Onun apartmanın önüne gelmeden hemen önce yoldaki toprağa bulaşmış, beyaz büyük market poşetini eğilip aldım. Poşeti açıp etrafı bir kez daha kontrol edip onun kapısının önüne gittim. Kapının önüne vardığım otomatik açılan ışığın sesini duydum.
Eğilip kapının önünde duran cam parçalarını teker teker poşetin içine doldurdum. Çocukların koyduğu küçük büyük cam parçalarını bir bir topladıktan hemen sonra poşeti yanda duran çöpe fırlattım.
Elimi birbirine vurup temizlerken, gözlerim etrafı tarıyordu biri var mı diye. Evlerin ışıkları bile yarı yarıya kapalıydı.
Bir sigara daha yaktım, eve doğru yürüdüm. Yaptığım şeyi sorgulamamak için başka şeyleri düşünmeye daldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MECZUP
Teen FictionMahallede düşmanının askerden dönmesini bekleyen Yiğit, hiç beklemediği bir şeyle karşılaşır.