Uykuyla uyanıklık arasındayken tıpkı bir hastane odasındaki gibi bir uğultu kulaklarımı dolduruyordu.Sanki saatlerce serhoş gezmişimde soğuk bir yerde sızıp kalmışım gibi - öyle olmadığını biliyorum çünkü eğer öyle olsaydı şu an bu yumuşak yatakta olmazdım - bir ağrı tüm bedenimi sarıyordu. Fazlasıyla ağır bir ağrıydı ve bu da beni yatakta kıvranmaya zorluyordu.
Daldığım araftan ayılmam uzun zaman almış olacak ki gözlerimi ilk açtığımda tek bir sızı bile hissetmiyordum.
Gözlerimi ilk açışım...
Yabancı bir yerde uyanmanın verdiği heyecan ve korkuyla gözlerimi temelli açtım.Burası artık her neresiyse o kadar aydınlıktı ki resmen gözlerim yanmıştı. Duyduğum keskin acıyla öne atılıp doğruldum. Kaynağını bilmediğim büyük, parlak, beyaz bir ışık gözlerimi kamaştırıyordu.
Haraketli bir şamata ve yoğun uğultu insanın başını şişiriyordu.
"Lanet olsun ben neredeyim!?" hiç olmayacak bir yerde...
Gözlerim yavaş yavaş aydınlığa alışıyordu. Önüme baktım. Bacaklarım mavi bir örtünün altındaydı. Bir hastane yatağında yatıyor olmalıydım.
Gözlerim, çarşafın altındaki dizlerinden ayak uçlarıma, ayak uçlarımdan karşımdaki duvara kaydı. Beyaz fakat kirli bir duvar...
Bakşlarımı yerde sabitledim. Beyaz ve sonsuz karo taşları. Burasının bir hastane en kötüsü bir sağlık ocağı olduğuna neredeyse emindim. Gözlerim acıyordu. Kararımı tam netleştiriyordum ki gözlerimi ovalamak için ellerimi yumruk yaptığımda sağ bileğimde aksi bir direnç hissettim.
Gözlerimi bileğime çeviriyordum ki gördüğüm manzara karşısında bir ağız dolusu küfrettim.
"Lanet olsun!"
İlk bakışta kilometreler gibi geldi. Tıpkı benim gibi bileğinden kekepçelenmiş binlerce erkek ve kadın, bu yataklarla tek sıraya dizilmiş,en son yatağı ise göremeyeceğim kadar uzağa bırakmışlardı. Bir kere daha küfrettim ;
"İki kere lanet olsun!"
" Hoop... Sakin ol dostum." bunu diğer tarafımda kalan yatakların birinde - yani hemen yanı başımda - yatan diğer bir adam söylüyordu. Ettiğim küfrü duymuş olmalıydı. Bu yabancının bu soğuk kanlılığına bir anlam veremeden bakışlarımı ona çevirdim.
Bu gevşek herif, güler yüzlü, tıraşı gelmiş ve "fazlasıyla" relax genç bir adamdı. Üstündeki çarşafı beline kadar indirmişti. Üstü yoktu. Çıplak olmalıydı. Ve sanırım buradaki herkes çıplak olmalıydı. Hatta ve hatta ben bile...
Bu yüzden, gözlerimi ilk açtığımda çarşafı çekip atmadığıma sevindim. Çünkü bilirsiniz, bazı sabah alışkanlıkları falan...
Oysaki ilk bakışta bu detayı fark bile edememiştim. Ama öncelikli olarak şuan burada ne haltlar döndüğünü öğrenmeliydim. Yutkundum. Uyanmamdan bu yana kalp atışlarım çoktan düzene girmişti. Anlayamıyordum. İki ihtimal vardı. Ya savaş çıkmıştıda hükümet bizi bu sağlık ocağı kılıklı sığınağa tıkmıştı yada ben temelli bir deli hastanesine gelmiştim. Bu ambians iki ihtimale de uygundu.
Delikanlıdan tarafa eğilip fısıldayarak sordum ;
"Savaş mı çıktı?"
Genç, başını arkaya atıp büyük bir kahkaha attı. Sanırım ikinci ihtimal doğruydu. Çünkü en azından o anlığına o yaygaranın pek akıl kârı olduğunu düşünmüyordum.
"Savaş ha?!" dedi ve hahkahasını devam ettirdi;
"İnan bana dostum, burada ne olduğunu bende tam olarak bilmiyorum ama olan bu değil..."
![](https://img.wattpad.com/cover/360999973-288-k819160.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KANAL İSTANBUL
Action"Bir grup paraya muhtaç genç, akıl hastası bir adam ve dev bir arena... Kanal İstanbul'daki arda kalanlar... Suyun altında terk edilmiş bir kent... Yürüyen cesetler ve gizli kameralar..." Barış, gençliğinin baharında, yeni evli, hayatı yerine otu...