Başını ve sonunu göremediğimiz bu sıra koridor boyunca uzanıyordu. Ard arda geçmiş bu insanlar tıpkı bir yılanın deliğine girmesi misali uzaktaki kapının içinden geçmektedirler.Bahsi geçen kapının eşiği küçük olduğundan yakınlaşmamıza rağmen öteki tarafı göremiyorduk.
"OYUNLAR" diye tabir edilen şey artık her neyse o kapının ardında olmalıydı.
Sıra ağır ağır ilerlemekteydi. Açıkçası yerimde duramıyordum. Aslında gayet yerinde kapıldığım bu heyecan göğsümden aşağı bir yorgunluk dalgası olarak katmer katmer iniyordu.
Tüm bunlar bir yana, arada bir Emre'ye dönüyor, bir şeyler görüp göremediğini soruyor, bazen de öylece ona bakıyordum. Gözlerim suratından çok alnında kabuk bağlamış yanık yarasına takılıyordu. Çünkü yanıkların böylesini her gün göremezsiniz...
Kendisinin o laubali tavırları ilk günlerde kalmıştı. Şimdiyse karşımda gayet aklı başında bir adam olarak duruyordu.
Fakat herşeye rağmen luzumsuz esprilerini eksik etmiyor, hatta ve hatta arada bir beni de güldürebilmeyi dahi başarıyordu.
Bu muhafızlarsa - abartılı silahlarla poz veren doktor emeklileri gibiydiler - bu konuşmalarımıza karışmadıklarından biz de kendimizi kısıtlamıyorduk. Şu durumda bile herşeyi açık açık konuşabiliyorduk ve o kadar samimi görünüyorduk ki bizden cesaret alan diğer insanlar da bu arkası gelmeyen şamataya dahil oluyordu ve bu uğultu artarak devam ediyordu.
Şu aşamada herkes üzerindeki toyluğu ve korkaklığı üzerinden atmıştı.
O an karşınızdaki o kalabalıktakiler o gün korkak tavırlarla yataklarında uzanan insanlar olarak değil ihtiyacı olan para için ölümü dahi göze alabilecek savaşçılar olarak karşınızda kendilerini göstermek tedirler.
. . .
Nihayet sıranın başı kesilmiş ve biz de o küçük kapının eşiğine gelebilmiştik. Açık konuşmak gerekirse kapının ardına geçtiğimiz anda tıpkı açlık oyunlarındaki gibi açıklık bir alana çıkacağımızı sanıyordum.
Oysaki öyle olmadı. Çıktığımız alan, içine yüzlerce yatak sığdırılan o koridordan katbekat büyük beton bir platoydu.
Gözlerim ilk tavana kaydı. Metrelerce uzanan duvarların bitiminde mavimsi bir bulanıklık vardı. Su altında olduğumuzu hissediyordum ama bunu düşünmesi bile insanın içini bunaltıyordu.
İçerisinde ilerlediğimiz bu plato ise ironik bir şekilde bana bir çemberi anımsatıyordu.
Bakışlarımı beton duvarlardan aşağıya indirdikçe üzerilerindeki dev ekranları ve belli belirsiz kapı ve pencereleri dahi görebiliyordum. Ekranların içerisinde yine o çirkin logolar vardı ve aktif olarak yanıp sönüyorlardı.
İnsanlar bu çakma muhafızların saldırgan işaretleriyle bu yuvarlak platonun duvarları hizasında dağılıyorlardı. Emre 'yle ikimiz ise birbirimizi takip ediyorduk fakat sebepsiz bir şekilde konuşmaya cüret edemiyorduk.
Artık herkes üzerindeki o toyluğu ve korkaklığı üzerinden atmıştı. Şu durumda kimse korkak tavırlarla yataklarında uzanan o insanlar olarak değil para için ölümü dahi göze alabilecek savaşçılar olarak karşınızda kendilerini göstermektedirler. Kim bilir... Belkide bir yerlerden anons gelse ve herkesin birbirini öldürmeleri istense bazıları hiç tereddüt etmeden diğerlerinin boğazına yapışmış olabilecektirler...
Bir süre sonra insanları izlemenin verdiği bunalımla başımı bulanık tavana çevirdim.
Koyu mavi bir tavan ve dev ekranlar... Duvarlar ve üzerilerindeki dev ekranlar...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KANAL İSTANBUL
Akcja"Bir grup paraya muhtaç genç, akıl hastası bir adam ve dev bir arena... Kanal İstanbul'daki arda kalanlar... Suyun altında terk edilmiş bir kent... Yürüyen cesetler ve gizli kameralar..." Barış, gençliğinin baharında, yeni evli, hayatı yerine otu...