Bölüm uzun olduğu için bölmeye karar verdim, yani malum sahne yine yok 😓 N'olur kızmayın efendim🥺Az daha sabır, geliyor... Bir haftadan daha uzun süredir bölüm atmadığım için önden bunu paylaşayım dedim, gerisi, bir aksilik olmazsa, hafta sonu sizlerle🥰
Keyifli okumalar...
Zaman, önünde bendi olmayan dizginsiz bir nehir gibi akıp gitmişti.
Arthur'un o geceden sonra aklında yer eden ilk anısı Prenses Elena ile konuşmasıydı. Çocukken ki tek seferlik karşılaşmalarındaki tüm tuhaflıkların sebebinin prensesin içindeki sidhe olduğu anlaşılmıştı fakat yine de, her ikisi de sevgisiz bir evlilik istemedikleri konusunda hemfikirdi. Elena Camelot'a gelerek bir şans vermek istemişti ama Arthur'a karşı duyabildiği en yüksek yakınlık, arkadaşlıktı.
Lord Godwyn ve sevgili kızı, bir sonraki gün, kendi krallıklarına doğru yola çıkmışlardı.
Geçen günlerde, saray eşrafı, yaşananlar hiç yaşanmamış gibi davranırken, Arthur da onlara ayak uydurmuştu. Fısıltılar duyuyordu tabii. Kimisi acıma ve şefkat dolu, kimisi minnet... Kimisi de eğlence... Arthur hangisinin daha çok acıttığından emin değildi. Minnet duyulacak bir kahramanlık yapmamıştı. Acınmak kesinlikle gururuna dokunuyordu. Onunla alay etmeleri ise saygılarını kaybettiğini düşünmesine yol açıyordu. Aslında o zamandan beri Arthur, o saygıyı tekrar kazanmak için eğitim sahasında hayli vakit geçiriyordu.
Olanlar hakkında gerçekten konuşmak isteyen tek kişi Morgana'ydı ve Arthur onu her defasında savuşturmayı başarmıştı.
Şimdiye kadar...
"Gördüm! Camelot'un çöküşünü gördüm!"
Kahinin fısıltısı gürültülüydü. Yine de az ötede bekleyen muhafızların duymadığından emindi.
Şey...
İşin içine bir miktar büyü de karışmış olabilirdi pek tabii...
Arthur kapıyı itmeyi bıraktı. Morgana usulca içeri girip kapıyı kapattı.
"Ne- Neden? Yarın şafakla yol çıkıyorum, tam vaktinde orada olacağım. Neden sözünden caysın?"
"Olamayacaksın! Uther seni zindana hapsedip gitmene engel olacak!"
Arthur, beyninin bu yeni bilgiyi işlemesine izin verirken dalgın bir şekilde, geri geri yürüyüp yatağına oturdu. Morgana da onu, usul adımlarla takip etti, kardeşinin yanına oturdu.
"Anlamıyorum... Neden... O da oradaydı. Eğer pazarlığın üzerime düşen kısmını yerine getirmezsem sonumuzun Dyrsech gibi olacağını biliyor!"
"Onur.", dedi Morgana Arthur'un omzunu sıkarken. "Büyülü bir varlığın Camelot prensini bir şeyler yapmaya mecbur kılması –hele ki böyle bir şeye- onuruna dokunuyor."
Arthur sinirlenmişti.
"Benim de hoşuma gitmiyor! Açık açık ilan edilmese de oraya vardığımda benden beklenecek şeyi tahmin edebiliyorum ve buna mecbur kılınmak zoruma gidiyor!" Arthur Pazarlıkçı'yı düşününce yine dilinde şeftali tadı almıştı.
Yüzünü buruşturdu.
O adamı düşününce aklına bu gelmemeli!
"Ne yapacaksın?"
Ne yapmalı...
Bir yanının gerçekten zoruna gidiyordu.
Fakat bir yanı, aptal, çocuksu bir yanı, hala Pazarlıkçı'ya inanmaya meyilliydi. Onun Arthur'u istemediği –ki bu bir yalandı, yine de hiç olmaması bu şekilde olmasından yeğdi- bir şeye zorlamayacağına inanıyordu. Belki de Arthur onu ikna edebilirdi. Pazarlıkçı sohbetlerinden gerçekten hoşlanmışa benziyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YARAMAZ PAZARLIK
Fantasy"Onunla pazarlığa oturursanız, ortaya onurunuzu koyarsınız!" Kısacık bir hikaye planlıyorum, hadi bakalım. Keyifli okumalar...