Arthur daha uyanır uyanmaz bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamıştı. Ama daha gün doğmadan, Lord Godwyn ve Prenses Elena'nın gelişleri kendisine haber verilmek suretiyle uyandırıldığından, beyni parçaları hemen birleştirememiş, sorunu parmağıyla işaret edememişti. Hala sıcak olan hava bile bir sorun olduğunu algılamasını sağlayamamıştı.
Prenses Elena gerçekten de duru bir güzelliğe sahipti. Kendisininkileri geçen altın sarısı saçları, ay gibi beyaz teni ve berrak bir semayı andıran gözleriyle söylentilerin hakkını yediği bile söylenebilirdi.
İyi huylu birine de benziyordu. Hizmetçilere davranış şekli tepeden bakar değildi. Çocukken onun neyini tuhaf bulduğunu hatırlamakta zorlanıyordu. Arthur kısacık konuşmalarında bile hemen ona ısınmış, arkadaş olabileceklerine kanaat getirmişti bile.
Ama eş?
Eksik bir şeyler vardı. Arthur adını koyamıyordu ama kaderinde adı yazan gönül eşleşmesinin o olmadığını biliyordu.
Bir şeylerin ters gittiği anlaması için Büyük Salon'da, babası, kız kardeşi, Lord Godwyn ve Elena ile yapmakta olduğu kahvaltıya kadar beklenmesi gerekmişti.
Önce kadehi tutan elinden süzülen teri fark etti. Sonra bir anda, saçlarının alnına nasıl yapıştığını... Karşısında oturan prensesin yanaklarındaki alın boyadan sebep değil, sıcaktan olduğunu fark etmesi için kısacık bir an daha gerekti.
Masadakilere şöyle bir bakınca hem Morgana'nın hem de babasının gergin olduğunu fark etti. Üstelik onlar da açıkça sıcaklamışlardı. İkisi de kapıya bakıyor, misafirlerini bir miktar ihmal ediyordu. Babası birkaç kere Lord Godwyn'den özür dileyip söylediğini tekrar etmesini istemişti.
Arthur tam vardığı sonucu dile dökecekti ki Büyük Salon'un kapıları haşmetle açıldı ve Sör Leon kendinden emin ama telaşlı adımları içeri girip kısa, saygılı bir selamın ardından konuşmaya başladı:
"Devriyelerden haber geldi majesteleri.". Kısa bir an beklenti dolu bir sessizlik yaşandı. Şövalyenin ağzından çıkan bir sonraki sözcükler Arthur'un çıkarımını doğrular nitelikteydi.
"Toprak hala hasta. Değişen bir şey yok. Lanetler hala Camelot'un üzerinde."
Bunun birlikte, Şövalyenin arkasından usul adımlarla içeri giren Gaius, Sör Leon'un lafını bitirmesinin ardından söz aldı:
"Efendimiz, hastalardan ikisini daha kaybettik. Maalesef biri henüz on yaz görmüş bir çocuktu." Bunca yıl geçmişti ama hala, ne zaman çocuk ölse gözlerindeki kederi saklanmaktan acizdi. "Diğeri ise Sör Orwyn'di."
Tıpkı Şövalye gibi hekim de, söylediklerinin hazmı için bir mühlet bekledi. Sonra, "Herhangi bir iyileşme belirtisi göremiyorum efendimiz.". Sesi çaresizliğin kırıklığını yansıtıyordu.
Bunun üzerine kral büyü elçisine, Morgana'ya döndü:
"Bu da ne demek oluyor! İnfazların, lanetlerin kesin çözümü olması gerekmiyor muydu? Konsey bunun sözünü vermemiş miydi?"
Genelde öyle olurdu ve babası bunu defalarca tecrübe etmişti.
Yanık et kokusunun hayaleti, Arthur'un burnunu okşayınca, yüzünü buruşturdu.
Lord Godwyn arkadaşını sakinleştirmeye çalışırken, Prenses Elena'nın gergin bakışları altında Morgana, kendini savunmaya hazırlanıyordu. Ama buna gerek kalmadı. Hala açık olan kapıda, Morgause belirmişti.
"Majesteleri! Konsey sizinle ve sizin konseyinizle acil bir toplantı talep ediyor!"
Kelimelerindeki saygı sesinde yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YARAMAZ PAZARLIK
Fantastik"Onunla pazarlığa oturursanız, ortaya onurunuzu koyarsınız!" Kısacık bir hikaye planlıyorum, hadi bakalım. Keyifli okumalar...