'Baban burada... Baban, burada.'
İki kelime, bir cümle. Ama verdiği etki sadece iki kelime ve bir cümleden ibaret değil. Yeonjun için değildi.Küçükken babasını kaybetmesi. Hatta gözlerinin önünde zehirden can veren babasına bizzat şahit olması... Ama okuduğu mesaj... Olaylar o kadar anlaşılmaz, o kadar bulanıktı ki... İnsan beyninin idrak edecek değil gücü, inancı bile kalmıyordu.
Sadece bir sızı hissediyordu Yeonjun. Kalbinde bir sızı. Aynı Soobinleyken hissettiği gibi. Tek fark, bu seferkinin heyecandan değilde acıdan olmasıydı. Düşündükçe delirecek gibi oluyordu.
Babası... Babası, hayattaydı? Öldü sandığı babası, aslında yaşıyordu? Hemde yıllardır. Nasıl olabilirdi?
Yeonjun kafasını kaldırıp önünde durduğu kocaman şatoya baktı... Babasının ölümünden sonra kapatıldığı söylenen şatoya... Vasat olan şatoya. Sanki öyle değildi ha? Pekte vasat bir hali yoktu? Tam tersi, astıkları bayraklarla gayet yaşam vadediyordu.
Buraya gelmeden hemen önce arkadaşlarına haber vermişti. Ardındansa bir şey demeden gitmişti Soobin'in yanından. Demesine gerek yoktu gerçi, çünkü Soobin onu anlardı... Kızmaz tam tersi yanında olmak isterdi. Ormanda peşinden gelsede çağrılarına cevap alamadığı için bir süre sonra bırakmıştı bu kovalamacayı. Onun nereye gittiğini bilmese bile endişelendiğini biliyordu.
Yeonjun derin bir nefes alıp tempolu adımlarla şatonun devasa kapısının önüne geldi. Gökyüzüne bakıp parlayan dolunaydan şans dileyip askerlerin onun için kapıyı açışını izledi. Aynı küçükken olduğu gibi...
İçeri girdiğinde beyaz gri mermerlerin üzerinde ayakkabılarının çıkardığı tok ses yankılanıyordu. İçerisi asla yılların tozlarını değil, geçen günlerin yoğunluğunu barındırıyordu. Yeonjun, burası aslında hiç kapatılmamış diye düşündü içinden. Ama bunu söylememişlerdi. Kimse mi fark etmemişti?
Yeonjun, geçmişi gözünün önünde canlanmasın diye buraya adımını atmazdı. En son böyle bir hata yapacağında neyseki arkadaşı onu durdurmuştu. Çünkü şuan olduğu gibi dayanamazdı bu karanlık anılara.
Yavaş yavaş adım atarken baktığı her köşede küçüklüğünü görüyordu... Dil üzerine, silahlar üzerine, dövüş üzerine, siyaset üzerine ve daha aklına gelen, gerekli gereksiz her şey üzerine eğitim alan Yeonjun'u görüyordu. Babasından deli gibi korkan, şatonun koridorlarını kontrol ederek gezen Yeonjun'u... Bir işi yapamadığında ona tokat atan, bağıran babasıyla beraber görüyordu.
Nefesleri onu daraltıyor, adımları kendi etrafında dönüp dev pencerelerin üstüne üstüne gelmesine sebep oluyordu. Bir eli yakasına giderken üstündeki ilk üç düğmeyi çözüyordu. Bir an önce yüzleşmesi gereken her neyse yüzleşmesi ve buradan defolup gitmesi gerekiyordu. Koşar adımlarla merdiveleri çıktı.
Üst kata geldiğinde ikili, geniş kapının önünde duran askerler odanın içinin görünmesini sağladılar. Babasının odasının...
Yeonjun yavaş yavaş içeri girdiğinde arkadasından kapanan kapının sesiyle irkilsede uzun masanın başında duran, arkası dönük olana adama bakakaldı. Masanın sağ tarafında Soyeon, Chen ve Sehun ustası oturuyordu. Yanlarında, haritanın asılı olduğu panonun önünde tanıdık bir yüz daha vardı. Bu yüz kusmak istemesine sebep olmuştu.
Aralarında bir masa olan adamın kendisine doğru dönmesi, farkından olmadan nefesini tutmasına sebep olmuştu.
Karşısında, babası... Ona bakıyor, hala keskin olan bakışlarıyla ona bakıyordu. Yeonjun yıllardır ev sahipliğini bıraktığı o hissi iliklerine kadar tekrar hissedince gözlerinin dolmasına engel olamadı. 'Yine neyi yanlış yaptım? '
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cille · YeonBin
FanficEzakilerin tarafında yaşanan taht kavgaları istemsizce İnsanların tarafına sıçramıştı. İkivak ağacına 12 efsanevi cilleyi tekrardan teslim edip kapıyı bir kez daha kapatma görevi Soobin ve arkadaşlarınındı ancak acaba Ezakilerden Yeonjun ve ekibi bu...