Hayat bazen yorardı, öyle bir yorardı ki neye uğradığınızı şaşırırdınız. Bazen bakardınız, karşınızda bir ceset, ona kalbinizi bağışlardınız, bir işe yaramazdı. Kalbinizden olurdunuz.
Sonra çıkıp kalpsiz derlerdi hâlbuki neler yaşadığınızı bilmeden neler hissettiğinizi o an anlayamadan. Kalbinizi parçalayan erkeği eski sevgiliniz sanar onlar, erkek peşinde sürtmekten başka bir şey bilmeden hayatınızı eleştirip dış görünüşünüzle dalga geçerler.
Şişmiş mor göz altınızla, ağlamaktan kırmızılaşmış gözlerinizle, gözyaşlarını yitirip kan ağlayan gözlerinizle ve o kanın aktığı yerlerle, makyaj yapmak gibi bir şeyi aklınıza getiremediğiniz için, ne kadar saçma değil mi? Anneniz gözlerinizin önünde ölüyor ve siz makyaj yapmadınız, ağladınız diye dalga geçiyorlar. Kalbinizi annenize bağışlayıp yine de kurtaramadığınız için size kalpsiz diyorlar.
Sizi anlayan hiç kimse yok, sizi gören hiç kimse yok, sizi duyan hiç kimse yok, sizi hisseden hiç kimse yok, sizin acınızı sözde paylaşmaktan başka bir işe yaramayan insanlar çevirmiş etrafınızı ve en az sizin kadar acı çektiklerini söylüyorlar.
Saçmalık değil mi? En az sizin kadar, en az. Saçmalık. 'En az benim kadar çekseydi şuan intihar ederdi' diyorsunuz ama kimse sizi duymuyor. Sesinizin bağırıp çağırmaktam kısıldığını o zaman anlıyorsunuz, sonra sessizliğin ta kendisi oluyorsunuz.
Sizin acınızı sizinle birlikte izlediklerini söylüyorlar. Bu da saçmalık. 'Görseydi kör olmak isterdi' diye düşünüyorsunuz, gözlerinizi o an açmaya çalışıyorsunuz. İki gün aralıksız ağlamaktan gözünüzü açamıyorsunuz, göz kapaklarınız kalkmıyor, o zaman körlüğe mahkum ediliyorsunuz.
Hayatımın en güzel günü dediğiniz gün cehenneme dönüyor ve siz öldükten sonra bile bu şekilde acı çekmeyeceğinizi anlıyorsunuz.
Dinlersem geçer diyorsunuz, geçmiyor.
Yazarsam geçer diyorsunuz, geçmiyor.
Çizersem geçer diyorsunuz, geçmiyor.
Okursam geçer diyorsunuz, geçmiyor.
Kendimi bir şeye verirsem o şey beni aklımdakilerden kurtarır diyorsunuz, kurtarmıyor.
Hayata küsüyorsunuz, hayat daha da ağır yük veriyor. Nefes alamaz hale geliyorsunuz, sonra hayat bir an birini ekliyor minicik boşluğa, o kişi kalbinizin olduğunu söylüyor, bozulmadığınızı hissettiriyor, susuzluk nedir iyi biliyor ve sizi susuz bırakmıyor, sevgi nedir biliyor, siz bilmezken o biliyor ve size bolca ikram ediyor. Papatyanın ilk defa bu kadar hızlı sürede bu kadar çok büyüdüğünü görüyorsunuz.Annem karşımda yerde yatıyordu,
Babam ise elindeki silahı anneme doğrultmuş, gözlerindeki alevle anneme bakıyordu.
"Anne!"
Koştum, sarıldım. Uyanır diye bekledim, uyanmadı. Ağlıyordum, kalbimi o an anneme vermiştim. O andan sonra kalpsizliği en derinimde hissedecektim ama bundan haberim yoktu.
Babama baktım, dehşetle bana bakıyordu.
"Ne yaptın sen!" O an gördüm elindeki hapları, o an anladım babamın bir uyuşturucu bağımlısı olduğunu. Gözlerim orda takılı kaldığında babam da elindeki haplara baktı, baktıkça sinirlendi sanki, bir anneme bir haplara baktı. Bir anda bağırıp çağırmaya, ağlamaya başladı. Elindeki hapları bir anda yere fırlattı;
"Ne yaptım? ben? Ne yaptım ben? Hayır, hayır, hayır." Delirmiş gibi ellerini saçlarına geçirdi, elindeki silah çoktan düşmüştü elinden dizlerinin üstüne çöküp anneme baktı, sonra bana baktı, sonra silaha.
Ayağa kalkıp bana doğru gelmeye başladığında kendimi geriye doğru ittirdim ama arkadaki dolap buna engel oldu, ağlıyordum ellerimle engellemeye çalışıyordum. Olmuyordu.
"Gelme, gelme. Yalvarırım gelme. Git, bana dokunma! Dokunma!" Bağırıyordum ama o beni duymuyordu.
Bir eliyle boğazımı tuttu, diğer elini kullanmıyordu, boğazımı sıktığı eliyle beni havaya kaldırdı. Nefes alamıyordum, nefessiz kalıyordum, nefesimi kestiler o zaman, oksijeni bana fazla gördüler. Ben ellerinin arasında kıvrınırken yerdeki silahı aldı, silahı aldı ve elime silahı tutturmaya çalıştı.
"Tut, tut ve ateş et."
Sesi sakinde ama gözlerinde alevler vardı. Gözyaşlarımın bittiğini hissediyordum, gözlerim yanıyor, nefes almak için çırpınıyordum.
İstediği şeyi yapmayacağımı anladığında tuttuğu gibi fırlattı beni diğer duvara doğru, duvara çarptığımda yere düştüm, kalkamıyordum. Gözlerim kararıyordu ve nefes almaya çalışıyordum. Elim boğazıma gitti, dokunamadım, acıdı.
Gözlerim yavaş yavaş kararıyordu ve benim son gördüğüm şey babamın cesedi, son duyduğum şey ise bir silah sesi daha oldu. Kafasına sıkmıştı anneme bakarak, beni umursamadan anneme baktı, kafasına sıktı. Gözlerimi daha fazla kapalı tutamadım ve bilimcim kapandı. Artık kimsesizdim, kimsesizdim ve bunun tek sebebi bir poşet haptı, bunun sebebi babamdı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Papatya Soluşu
Teen Fiction"Bir tohum, ilk toprağa diktiler. Suyunu vermediler, güneşini esirgediler, havasız bıraktılar, boğdular onu. O tohum vazgeçmedi, filizlendi. İnsanlığa inat, ona zarar verenlere inat büyüdü. Dimdik duran bir papatya oldu, sonra biri geldi, güneşi, su...