~BÖLÜM-4: Valensia ve Valentina~

30 14 14
                                    

  

  Nerede olduğumu bilmiyordum. Ne tür bir cehennemin içinde olabilirdim ki? Bulunduğum yer arabanın yanı değildi ve etrafımdaki seyrek ağaçlar yerine oldukça gür ve sık ağaçlar vardı. Göl daha büyük ve derin görünüyordu. Korkuyla etrafıma bakıp ve arkaya doğru adım atmaktan başka bir şey gelmiyordu elimden. Telefonumun cebimde olmasına şükrederek fenerini açtım ve etrafımı daha net görebilmemi sağladım. Tam nereye olduğunu bilmememe rağmen yürüyecektim ki önümdeki hiç görmediğim bir yeşil tona sahip olan çalılardan bir hışırtı gelince olduğum yere görünmez çiviler tarafından sabitlendim.

  "Kim var orada?" diye seslenmem ile hışırtılar bir süre kesildi ancak sonrasında oradan çıkan biriyle göz göze geldim. Yutkunarak feneri biraz daha kaldırıp gözüne tuttum ama gördüğüm kişiyi tanıyordum. Tüm ülke tanıyordu... İstemsizce çığlık attığımda sıçrayarak bana döndü.

  "Korkuttun beni, Aptal Kadın!" deyince kim olduğunu bilmenin verdiği nefret ve korkudan dolayı ağzımı açamadım. Ateş mavisi gözlerinde alay ve nefret vardı. Çok rahat davranıyordu. Sanki başka bir yerde değilmişiz gibi. Uzun zamandır mı buradaydı acaba?

  "Asıl sen beni korkuttun!" dedim bir anda. Ayrıyeten bir de seri katile bağırmıştım! Az önce ben Tiffany Rouforth'a bağırmıştım!

  "Eh, kes be." dediğinde feneri daha fazla ona doğrulttum daha önce hiç bu kadar yakından görmemiştim onu. "Ne yapıyorsun?"

  "Seni tanıyorum, değil mi? Sen... sen Tiffany Rouforth'sun" dedim emin olmama rağmen. Dudakları alayla karışık nefret dışında bir duyguyla yukarı kıvrıldı. Bu tehlikeli bir gülümsemeydi.

  "Tanımayan var mı, Küçük Hanım? Söyleyin tanıtayım." dedi ve gülüşü anında silindi." "Şu flaşı indirsene artık!"  Tam bir psikopattı gerçekten.

  Tiffany, tüm ülkede nam salmış bir seri katildi. Birlikte olduğu tüm kadınları farklı şekillerde katletmişti. Aynı zamanda 'Yıldırım' da derlerdi. Böyle denmesinin nedeni saniyeler içinde sizi tek hareketiyle öldürebilmesiydi. 29 yaşındaydı ancak yasadışı şeyler kullandığı için yüzünün gençliğinden eseri yoktu.

  "Seni tam burada öldürürdüm ancak Valensia izin veremez. Korkma." dedi ve bana doğru bir adım attı. Aramızdaki mesafeyi korumak amacıyle ben de bir adım geri gittim ama arkamdaki göl de bir yere kadar izin verecekti.

  "Yaklaşma." dememe rağmen inatla bana gelmeyi sürdürdü. Gözlerinde bir açlığın kırıntıları vardı. Bir adım daha geriye attığımda kendimi bir bedene sırtımı dayamış şekilde buldum. Yavaş hareketlerle geri dönerken başımı ona çevirdim ve kehribar gözleriyle göz göze geldim. Dillere destan yüzü karşısında yutkunurken dilim tutulmuştu. Vay be, diye geçirdim içimden. Bu kadar mı yakışıklı olunur?

  Bana bakan kehribar gözlerinin üzerindeki kirpikler uzundu. Açık kumral saçlarını tepedeki soluk kırmızı ışığa rağmen görebiliyordum. Gözlerinde patlamaya yakın bir nefret ifadesi vardı. Bu bana Tiffany ile iş birliği yapıp yapmadığını sorgulatıyordu. Utanç verici halim aklıma gelince başımı eğerek "Özür dilerim." dedim ve biraz daha geri çıktım. Umursamaz bir tavır sergilediğinde onun da uzun zamandır burada olduğunu düşünmeye başlamıştım. Ben neresi olduğunu bilmediğim bu yerde kafayı yemekten başka bie şey yapmazdım.

  "Artık birilerini rahatsız etmemen gerektiğini ne zaman anlayacaksın, Rouforth?" dedi vurdumduymaz bir şekilde. acaba herkese mi böyle diye düşünmedim değildi aslında. Tiffany'nin bakışları ona kayınca nefrete döndü ama onun gözleri ise boştu.

  "O güzellik senin himayende mi, Mitchell?" diye sorduğunda gözleri bir anlık vücudumda dolaşıp geri soyadını öğrendiğim kişiye döndü. Ben kafamın içinde bu ortamdan nasıl kaçacağımın planlarını yaparken Mitchell  -ve adı her ne ise artık- bana döndü. İlk başta gözlerimde sonra gerileyen adımlarında dolaştı gözleri. Kaçacağımı anlamıştı. Bu belli ve barizdi. Sahte bir tebessüm koyarken geri önüne döndü.

Ay Işığı DestanıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin