Bu yolculuğa, kimler hangi tarihte başlıyor?Sarma'alışır, olayların yavaş yavaş işlediği bir kurgu olacak. Sizlerden ricam sabırla okumanız, karakterle empati kurmanız ve onun hislerinde kendinizi bulmanız! Herkesin kendinden bir parçaya rastlayacağı, kendini bulacağı ve tanıyacağı bir yolculuk olmasını diliyorum.🩶
"Çokça yağmur yağsa, temizlenir mi şu kirli dünya?"
-Özdemir Asaf
Rüzgar; sertçe saçlarımı savururken, soğuktan yaşaran gözlerim ve kıpkırmızı burnumla, olay yerine doğru yürüyordum. Hiç ısınmayan ellerim hepten buz tutmuş, hissizleşiyordu adeta. Bir umut ısıtabilmek için kabanımın cebine soktum. Kuruyan yapraklar, ayağımın altında ezilirken çıtırtısı ormanda yankılanıyordu. Kor bir ateş gibi, yakıcı bakışlarıma kendinden emin sarsılmaz ifadem eşlik ediyordu.
"Sayın Savcım!" Bakışlarım sesin geldiği yöne doğru çevrildi.
Kuzey, beti benzi atmış vaziyette; bir oraya, bir buraya yürüyordu. Sıkıntıyla elleriyle saçlarını çekiştirip karşımda durdu. Kaşlarım yavaş yavaş çatılırken, soğuktan kuruyan dudaklarımı ıslattım,
"Nedir, durum? Seni dinliyorum, Kuzey!" dedim. Sıkıntıyla nefesini verdi.
"Sayın Savcım, bu, b-bu bir vahşet! Kan donduran, insanlığın, almayacağı akılları yitirtecek türden bir vahşet!" Konuşurken el hareketlerine hakim olamıyor, kesik kesik nefesler alıyor, soğuk soğuk terliyordu. Eldivenleri hemen elime geçirirken "Kuzey!" dedim dişlerimin arasından uyarırcasına.. Ardından tekrar konuştum.
"Yorumunu, katma. Beni olay mahaline götür ve incelemeyi başlatalım!" dedim. Sabrımı sınıyordu. Olay mahalinde bu kadar panik olamazdı. Panik kontrol edilebildiği zaman salgıladığı adrenalin ile akıl almayacak bir güce dönüşebilir, lakin kontrol edilemediği takdirde bir kara delik gibi sizi yutabilirdi de. Sakinleşmesi gerekiyordu, yoksa onun için iyi olmayacaktı. Sıkıntıyla nefesimi verip, beni ileride ki, kalabalığa yönlendirmesine müsaade ettim. Olay mahaline vardığımızda, emniyet şeridini kaldırıp içeriye girerken, adımlarım beni karşılaştığım manzarayla olduğum yerde çakılı bırakmıştı. Önümde kandan oluşan bir göl ve o gölde boğulan, cansız bedenler vardı. Önümde bir katliam vardı, önümde acımasızca yitip giden hayaller, hayatlar vardı. Daha geçen hafta gencecik bir üniversite öğrencisi, minibüs şöförü tarafından direndiği için tecavüze uğramış ardın bilekleri kesilip, bir ormanın içinde yakılmıştı. Aynı hafta genç bir kadın 21. Kattan intihar süsü verilip düştüğü öne sürülmüştü.
"Regl Kanındandan Utanan Erkekler, Kadınların Cansız Bedenlerinden Akan Kandan Utanır mıydı?"
Konu kadın ve çocuk olunca bu millete bir şeyler oluyordu. Kulaklar sağır, gözler kör oluyordu. Peki neydi suçumuz? KADIN OLMAK mıydı? Kadınlardan bu kadar nefret ederken, sizi de bir kadının dünyaya getirmesi ne acıydı ama! Gördüğüm manzara karşısında aklım gerçekliğini yitirmişti. Yavaş yavaş etraftaki sesler kesildi, ardından görüntüler teker teker silinmeye başladı. Dünya sonunda kendini zifiri bir karanlığa bıraktı. Elimi uzatsam kimsenin tutamayacağı kadar derinlerde bir yerdeydim. Onları görüyor gibiydim, maktulelerin ruhu sanki şu an buradaydı. Ayrılmıyorlardı cansız bedenlerinin başından. Adalet istiyorlardı, iki gün sonra üzeri kapatılıp geçecek bir dava olarak anılmaktan korkuyorlardı. Acıyla tuttuğum yakıcı nefesimi dudaklarımın arasından serbest bıraktım "Söz, söz veriyorum hakkınızı canım pahasına bile olsa arayacağım."dedim içimden...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sarma'alışır
General FictionBir kıvılcım çıksa, alev alev yanacaktı bedenlerimiz... Göğsüm hızlanan nefesim ile inip kalkarken zaten buz gibi olan ellerim daha da soğumuş, tişörtünün altından sıcak tenini hissediyordu. Yutkundum "Marsel, sana kafa atmamı istemiyorsan uzaklaş...