Ön okuma #2

1.3K 55 9
                                    

Metal Sütyenli Adam

AİLE MALİKANESİ BERBATTI.

Ah, tabi, siz öyle düşünmezdiniz. Devasa altı katlı, çatısının köşeleri yaratık heykelcikleri ile döşenmiş,camları lekelenmiş kapı üstü penceresi, mermer ön basamaklı, ve bütün diğer burada-zengin-insanlar-yaşıyor falan filan detaylı kahverengi kumtaşından malikaneyi görür, ve neden sokaklarda yaşadığımı merak ederdiniz.

İki kelime: Randolph Amca.

Bu onun eviydi. En büyük erkek kardeş olduğu için, ben doğmadan önce ölen büyük annem ve babamdan ona miras bırakılmıştı. Aile konulu pembe diziler hakkında hiçbir şey bilmem, ama üç kardeş arasında kesin bir düşmanlık vardı. Randolph, Frederick ve annem. Büyük Şükran Günü Bölünmesi’nden sonra, bu ata yadigari toprak parçasına adım atmadık. Apartmanımız 800 metre falan uzaktaydı, ama Randolph Mars’ta yaşamış da olabilirdi.

Annemin ondan sadece eğer malikanenin yanından geçiyorsak bahsederdi. Sonra da orayı parmağıyla gösterip sanki tehlikeli bir uçurummuş gibi Görüyor musun? Orda işte. Uzak dur. derdi.

Ben sokaklarda yaşamaya başladıktan sonra, bazen yakınından geçerdim. Pencerelerden içeri bakıp antik kılıç ve baltaların yer aldığı cam dolapları, duvarlarda asılı yüz maskeli ürkütücü miğferleri, üst kattaki pencereleri sanki taşlaşmış hayaletler gibi süsleyen heykelleri görürdüm.

Gizlice içeri girip takılmayı birçok kez düşündüm ama hiç bir zaman kapıyı çalmaya kalkışıp Lütfen, Randolph Amca, annemden nefret ettiğini ve beni on senedir görmediğini biliyorum; eski, paslanmış koleksiyonlarına ailenden daha çok değer verdiğini de biliyorum; ama yine de güzel evinde yaşıyıp kalmış ekmek kırıntılarını yiyebilir miyim? demedim.

Aman kalsın. Sokaklarda, yiyecek mekanlarında dünden kalmış falafel yemeyi tercih ederim.

Yine de... İçeri girip, neler döndüğünün cevabını bulmak için küçük bir arama yapmanın basit olacağını düşündüm. Hem oradayken birkaç şeyi cebe atabilirdim de.

Neyin doğru ve neyin yanlış olduğu hakkındaki düşüncelerinize karşı geliyorsa, özür dilerim.

Ah, aslında. Hayır, özür dilemiyorum.

Ben öyle herkesten çalmam. Elinde zaten çok fazla şeyi olan iğrenç pislikleri seçerim. Eğer yeni bir BMW kullanıyor ve araçta engelli plakası olmadığı halde engelli yerine park ediyorsanız, o zaman arabanızın camını levyeyle açıp bardak tutacağınızdan bozukları çalmak benim için bir sorun değil. Eğer Barneys’den çantanız ipek mendillerle dolu olarak çıkıyorsanız, ve telefonla konuşmakla meşgul olmaktan önünüzdeki insanları itip duruyorsanız, o zaman sizin için oradayım, cüzdanınızı çalmak işimdir. Eğer burnunuzu silmek için beş bin dolar harcayabiliyorsanız, o zaman bana yemek de alabilirsiniz.

Ben yargıç, jüri ve hırsızım. Ve iğrenç pislikleri düşündükçe, Randolph Amca’dan daha iyisinin olmadığının farkına vardım.

Ev Commonwealth Caddesi’ne bakıyordu. Şiirsel bir ad taşayan Public Alley (Halk Sokağı) 429’a doğru yöneldim. Randolph’un park yeri boştu. Merdivenler bodrum girişine doğru iniyordu. Bir güvenlik sistemi varsa bile fark edemedim. Kapıdaki kilit ölü cıvatasız basit bir mandallı kilitti. Hadi be, Randolph. En azından biraz zorlaştır işi.

İki dakika sonra içerideydim.

Mutfakta biraz dilimlenmiş hindi, kraker ve süt ile karnımı doyurdum. Falafel yok. Lanet olsun. Gerçekten canım çekmişti ama sonra bir tane çikolata buldum ve sonradan yemek üzere montumun cebine attım. (Çikolatanın tadı çıkarılmalıdır, aceleye gelinmemelidir.) Sonra, yukarı kata maun mobilyaların, Doğu’ya özgü halıların, yağlı boya resimlerin, mermer kaplı yerlerin ve kristal şamdanların bulunduğu bir mozoleye çıktım. Bütün bunlar utanç vericiydi. Kim böyle yaşar ki?

Altı yaşındayken, bütün bunların ne kadar pahalı olduğunu kavrayamıyordum, ama malikane hakkındaki genel düşüncem aynıydı: karanlık, boğucu, ürkütücü. Annemin burada büyüdüğünü hayal etmek zordu, ve neden dışarıdan yana olduğunu anlamak kolaydı.

Allston’da Kore Yemeği Barbekü restoranının üstündeki apartmanımız yeterince sıcaktı ama annem hiçbir zaman içeride durmayı sevmezdi. Her zaman gerçek evinin aslında Blue Hills olduğundan bahseder dururdu. Eskiden Blue Hills’e hava nasıl olursa olsun yürüyüşe ve kamp yapmaya giderdik – temiz hava, seni içeri kıstıran duvarlar yok, ördekler, kazlar ve sincaplar dışında seni rahatsız eden yok.

Bunlarla karşılaştırılınca malikane adeta bir hapishane gibiydi. Fuayede yalnız dururken tenimin karıncalaştığını hissediyordum.

İkinci kata çıktım. Kütüphane limon ve deri gibi kokuyordu, tıpkı hatırladığım gibi. Bir duvarda Randolph’un paslı Viking miğferleri ve aşınmış baltalar asılıydı. Annem bir keresinde bana Randolph’un büyük bir rezillik onu kovdurmadan önce Harvard’a tarih öğretmeni olduğundan bahsetmişti. Ayrıntıya girmemişti ama belli ki adam hala tarihi eser manyağıydı.

Sen iki amcandan da daha akıllısın Magnus, demişti annem. Notlarınla kolaylıkla Harvard’a girebilirsin.

Tabi bu, annemin hala hayatta, benim okulda ve gelecekteki amacımın bir sonraki yemeğimi nereden bulacağımı düşünme derdimin olmadığı günler için geçerliydi.

Randolph’un ofisinin bir köşesinde önü yontulmuş ve detaylı bir şekilde kırmızı, yuvarlak desenlerle boyanmış, mezar taşına benzeyen büyük bir taş levha vardı. Ortasında kabaca çizilmiş hırlayan bir yaratık vardı- belki de bir aslan veya bir kurt.
 

Birden ürperdim. Kurtlar hakkında düşünmeyelim şimdi.

•••••

Sanırım ben size kitabı okutucam :D
Neyse,mutlide Magnus var.

Ya Magnus sarışın ve gri gözlü daha fazla Annabeth'in kuzeni olarak benzeyemez herhalde :D

Bu arada duyduğuma göre Magnus bir tanrının çocuğu olacakmış. Bence kitabı okumadan önce İskandirav Mitolojisini araştırmakta yarar var :D

Mini Mini Percy JacksonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin