Saldırı ~9

48 6 1
                                    

Sarayın duvarları adeta üzerime geliyordu,  üzerimdeki kadife kırmızı elbiseyi çekiştirdim, benim için bir kaç giysi ayarlamışlardı. Aradan üç gün geçmişti. Hala onun yanında kalıyordum, bana verdiği odanın içinde dört dönerken buldum kendimi, hararetle buradan kurtulmanın yollarını arıyordum. Yaklaşık bir gün önce kaçmayı denesem de  başarısız olmuştum, şimdi ise muhafız olmadan odadan çıkmam yasaktı! Bıkkınlıkla tuttuğum nefesimi verdim, sandığım okulda kalmıştı ve orada ne kadar güvende olacaktı hiçbir fikrim yoktu. Kapıyı açıp önündeki muhafıza hiçbir şey söylemeden uzun koridorda yürümeye başladım, çoktan peşime takılmıştı bile. Xaverın  odasına vardığımda kapıyı tıklatmadan içeri daldım. Okuyor olduğu kitaptan kafasını kaldırarak beni süzdü, üzerindeki salaş kıyafetleri ve dağılmış saçlarıyla tıpkı normal bir insan gibi görünüyordu. "Daha ne kadar seninle kalacağım?" şakaklarını ovarken bıkkınlıkla nefesini verdi, elindeki kitabı bir kenara bırakarak ayaklandı "Senin aklın başına gelene kadar ve tehlike dinene kadar." kalın vücudumu titreten çekici sesiyle oldukça sakin bir şekilde konuşmuştu. "Odama kapıyı çalmadan girmen hiç hoş değil." sinir bozucu sakinliğiyle öfkemin daha da katlandığını hissediyordum. Kapıyı çarparak odadan ayrıldım, arkamdan işittiğim kahkaha sesi muhafıza aitti, yanında küçücük kalıyordum, sarı saçları ve mavi gözleriyle oldukça yakışıklı bir adamdı "Dalga geçmeyi kes muhafız bozması." bu söylediklerim yalnızca çok daha fazla gülmesine sebep olmuştu. Omzuna bir tokat geçirmiştim ki acıyla inledim, et değil taştı mübarek. Elimi acısı hafifleyeceğini sanarak sallamaya başladım, sinirle kafamı muhafıza çevirdim, yüzündeki yarı sırıtışıyla beni izliyordu "Kırıldı mı saralım ister misin?" alayla söylediklerine karşı tam tekrar vuracakken aklım başıma geldi ve elimi havada yumruk yaparak vurma isteğimi bastırdım. "Yok sağ ol." hızlı adımlarla odama geri döndüm, yatağa oturarak bitmek bilmeyen sıkıcı günün güneşinin batmasını beklerken bir ses duydum. Hızla kafamı sesin geldiği yöne çevirdim, fakat hiçbir şey göremedim. Boş vererek uzandım, odanın içindeki gül kokusuyla mayışırken gözlerimi yavaşça kapadım. aniden yükselen çığlık sesiyle hızla yerimde doğruldum ve odadan çıkmak üzere adım atmışken içeri muhafız girdi "Yerinde kal hiçbir yere gitmiyorsun sessizce bu odada kalacak ve ikinci bir emre kadar asla çıkmayacaksın!" tam itiraz edecekken delici bir bakış atıp odadan ayrıldı, koridorda koşan Elventların sesini duyabiliyordum,  telaş içinde nereye gittiklerini ne olduğunu çok merak ediyordum. Dudağımı ısırmaya başladım tekrar odanın içinde dört dönüyordum, bir yanım çık bir yanı kal diyordu. Eğer çıkarsam ne gibi bir şeyle karşılaşacağımı hiç bilmiyordum, ama merak duygumda ağır basıyordu. Masanın üzerinde gördüğüm ufak makası alarak odadan çıkma kararı aldım, kediyi merakı öldürürmüş. Yavaş ve sessiz adımlarla koridorda yürümeye başladım, elimdeki makası avucumun içinde sıkarken bir yandan da etrafı kolaçan ediyordum. Ayakkabımda hissettiğim ıslaklıkla başımı aşağı eğerek ne olduğuna baktım. Tanrım sana geliyorum! Yerde gördüğüm kan gölüyle olduğum yere mıhlandım. Hiçbir şey düşünemez olmuştum tek odağım ayaklarıma kadar ulaşan kal gölündeydi, nasıl başardığımı bilmediğim şekilde boğazımdan bir çığlık kopuverdi. Tüm vücudumun uyuştuğunu hissediyordum, zorlukla bir adım daha attım, devamı da geldi. Uzun kan yolunu takip ettim ve gördüklerim nutkumun tutulmasına sebep oldu. Yerde kanlar içinde yatan muhafızı görünce yerimde sendeledim, sarı saçları kanla kaplanmıştı mavi gözlerindeki yaşam ışığı sönmüştü, tam kalbinin üzerindeki kara boşluğa daldım. Bir kaç dakika önce yanımda olan birini karşımda ölü görmek hayatımda yaşamadığım kadar büyük bir korkunun içine sürükledi vücudumu. Titreyen ellerimle gözlerimi kapatmaya çalıştım, akan yaşlar birer birer kana karışıyordu, eğilerek ellerimi muhafızın yüzüne götürdüm. Hıçkırıklarım boş koridorda yankılanıyordu, hissettiğim acı ve korku tarif edilemezdi. 

Daha fazla bu görüntüye dayanamayarak ayağa kalktım ve koridorda sarsak adımlarla yürümeye devam ettim, odama dönmeme gerekirken ayaklarım beni başka bir yere götürüyordu. Kendimi ortak yemek salonu olarak tahmin ettiğim bir yerde buldum, yerlerde yatan cansız bedenlerle dolu odanın içerisinde iki kişi karşı karşıya dikiliyordu. Oldukça fazla kan ve ölü görmenin sonucu olarak tüm midemi boşaltmaya başladım, titreyen ellerimle yere dayanarak kusuyordum. Midemde hiçbir şey kalmadığına emin olduktan sonra kusmam kesilmişti, ellerime bulaşan kan ile tekrar yüksek sesle ağlamaya başladım. 

"İşte buradasın Jaylam." duyduğum yabancı erkek sesi ile kafamı o tarafa çevirdim, bana doğru gelen bir çift bacaktan yukarı tırmandı bakışlarım. Xaverdan bir tık daha kısa olan boyuyla karşımda dikildi, kahve saçları ve dağlar kadar sert görünen kahve gözleriyle bana bakıyordu. "Sen kimsin adımı nereden biliyorsun?" titreyen sesimle sonunda konuşmayı başarmıştım, odadan çıkarken aldığım makasın elimde olmadığını fark edince korkum ikiye katlanarak bir çığ misali büyüdü. "Uzak dur ondan!" ardından bize yaklaşan Xaverı görünce içimde ufak bir rahatlama oluştu. "Neler oluyor tüm bu ölüler ve bu herifte kim?" sesim geniş odanın içinde yankılanıyordu "Herif mi? Ama kırıyorsun beni küçük kraliçem." yalandan üzgün sesiyle konuşan tanımadığım adamdı.

"Buraya girmeyi nasıl başardın bilmiyorum ama, onu benden almana asla izin vermeyeceğim Roodth!" ardından hissettiğim sıcaklıkla irkildim. Xaverın elinden çıkan ateş doğruca karşımdaki adama geliyordu, bir dakika ne! Karşımdaki zihnim üzerinden benle konuşan kötü kral Roodth muydu yani, kahretsin! Panikle ayaklandım, kandan dolayı kayan ayağımla tekrar yere yapıştım. Acıyla inledim, kafamı onlara çevirdiğimde Roodthun  acı içinde yanarken ellerini yere koyarak bir kaç şey söylediğini gördüm, ardından zemin büyük bir kuvvetle sallanmaya başladı. Olduğum yerde tekrar bir çığlık savurdum. Yer öyle bir şiddetle sallanıyordu ki olduğum yerden odanın diğer ucuna savruldum, sırtım duvara çarptığında inledim. Her yerim kan içinde kalmıştı, gözüme kestirdiğim bir masaya doğru sürünmeye başladım, uzanarak masanın bacağına tutundum. Hiddetle sarsılırken hayatımdaki en büyük korkuyu tam o an yaşadım, Xaverın haykırışları gelen yanık kokusu zihnimin iyice bulanmasına sebep olmuştu. Gözlerimi aralayınca bana doğru koşan Roodthu gördüm ve tüm gücümle bağırdım, kolumu acıyla kaldırarak ona doğrulttum. Kaslarım iyice gerilmişti, gözümden akan yaşlar havada  süzülerek elimin üzerine geldi. Hissettiğim yoğun güçle tekrar bağırdım, gözlerimi kapayıp bu anın hemen bitmesi için dualar ediyordum. Ardından duyduğum acı dolu sesle gözlerimi tekrar açtım, avcumdan çıkan su Roodthu duvara dayamış taş kadar sert bir şekilde vücuduna çarpıyordu. Gördüklerime inanamayarak kanlı elimle gözlerimi ovdum, "Bırak artık Jayla bitkin düşeceksin!" havadaki kolum yanıma düştü, gözlerim kararırken onun sesini duydum "Bu iş burada bitmedi!"


Yeni bölüm geç geldi üzgünüm hasta olduğum için yazamamıştım, hala hastayım fakat yeni bölüm yazmam gerektiği için başına oturdum. Normalde 1000 kelime yazıyorum fakat bölümün burada bitmesi daha mantıklı geldi bu yüzden diğer bölümlere kıyasla daha kısa oldu. Yorum yapmayı ve oylamayı unutmayın :)

GÜLLERİN LANETİ: İkiz AleviHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin