Otur oturduğun yerde diyorum Ardil bana doğru yürürken. Oturmuyor da aslında niye böyle diyorum ben? Dur durduğun yerde Ardil. Benden uzakta. Yanmak istemiyorum artık.
"Selam." diyor kaypakça. Yüzünde dengesiz bir gülümseme var iki dudak kenarında gidip geliyor ip cambazı gibi. Aslında benim bam telimde yürüyor Ardil'in gülüşü, o an hissedemiyorum soğuktan.
"Seni burada bulacağımdan emindim." diyor ben sessizce onu izlerken. Sessiz de değilim aslında. İçimde manifestolar düzine düzine yankılanıyor.
"Neden beni arıyordun?" diyorum sonunda bir sesim olduğunu hatırlayıp. Benim bir sesim var dostlarım. Kimseler bilmese de.
"Bilmem." diyor omuzlarını silkip durağın paslı bankına otururken.
"Alışmışım sana, göremeyince eksik hissettim."
Ayak parmaklarım içe doğru kıvrılıyor mutluluktan. Mutlu olmak da değil aslında niyetim. Mutlu olunacak bir şey mi bu bilmiyorum çünkü. Öyle yeni bir anlamda düşünüyorum ki mutluluğu önceki hayatlarımda bile bir karşılığı yok gibi.
"Gelemiyorum artık." deyip ben de yanına oturuyorum. Gelemiyorum değil gelmiyorum aslında.
Gitmek için kendimi, hislerimi, kalbimi zincirledim diğer dertlerimin arkasına. O kadar derdim var diyorum her seferinde. Her Ardil'e gitmek istediğimde. O kadar derdim var benim. Bir de yürek yangınından mı öleyim?
"Anladım." diyor ellerini ceplerine sokup.
Sessizce oturuyoruz o soğuk durakta. Ardil'i ilk gördüğümde o dükkanda ilk ona vurulduğumda o anda...
Ah o anda sorsanız bana ne çok isterdim onunla soğuk bir günün ikindi sonrasında oturmayı bir bankta.
Ama şimdi oturuyorken biz ikimiz içimi derin bir hasret kaplıyor. Çünkü onun varlığını sevmek için bile onun varlığına sevinmek için bile defalarca yanıyorum.
"Alaz sana kaseti verdi mi?" diyor aramızdaki soğuğa nefesini köprü edip.
Başımı sallıyorum yavaşça. Sen bana bir kaset gönderdin diyorum içimden. Sen bana bir kaset gönderdin ben o kasetin üstüne mahvolmuş çocukluğumu kaydettim. Artık senin şarkıların çalmıyor o kasette Ardil.
"Sevdin mi?" diyor bu sefer beklentiyle.
Sevdim mi?
Bilmem.
Bana çok fazla şey anlattı o kaset. Çok konuşanları sevmem ben. Peki sevdim mi o kaseti?
"Sevdim." diyorum en sonunda. Sevdim Ardil bir tek senin elin değdi diye sevdim hem de.
Ardil gülümsüyor cevabımla. O gülümseyince sanki hala açabilen çiçekler varmış gibi, bu dünyada çocuklar zamansız ölmüyormuş gibi seviniyorum.
Gülümsemeye devam ediyor yüzüme bakıp. Eğilip yüzünden öpsem o anda keşke. Ama keşkede kalıyor benim her isteğim. Her hevesim ve her kederim.
O da öyle kalıyor işte.
Sonra ben de Ardil'e gülümsüyorum birden. Yüzüme; oldukça yabancı, yer yer yakıcı ve bazen de peşinden sinsi bir umudu getiren küçük bir gülücük oturuyor.
Ardil uzanıp dağınık sarı soluk perçemlerimi düzeltiyor. Elleri soğuk yüzümü soğukça tarıyor.
İçim ürperiyor, şu soğuk havada; içim ürperiyor.
Elli sekiz numara durağa girerken kendi otobüsümü çoktan kaçırdığımı fark ediyorum ama sorun değil.
Ardil elime bir şeyler tutuşturup aceleyle otobüse yürüyor. Otomatik kapının önündeki kuyruğun en arkasına geçiyor.
Sonra aniden bana dönüp şöyle diyor;
"Ne güzel olmuşsun görmeyeli seni."
Güzel, ne güzel olmuşsun
Görülmeyi, görülmeyi
-
Eğildim yüzünden öptüm
Adın bilirdim unuttum
Çağırmayı çağırmayı
-
-Karacaoğlan
ciplakliktan ban yersem gunahi sizin boynunuzaa
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yüreğimdeki yangın. gxg
Short StoryBiliyorum sana giden yollar kapalı Üstelik sen de hiçbir zaman sevmedin beni Ne kadar yakından ve arada uçurum; İnsanlar, evler, aramızda duvarlar gibi [gxg]