Zil Sesi

1K 88 39
                                    

Bir süre önce

İnsan ayları mevsimlere göre ayırarak öğrendiğinde, böyle bir bölgede büyümemiş olsa da günler geçerken havanın da ona göre şekillenmesini ister. Bu; kasım ayının sonunda camdan dışarı baktığınızda etrafı beyaz görmeniz ile mayıs biterken çiçeklerin açmamış olmasını fark etmenizle aynı hissettirir. Ama ne yazık ki bir şeylerin dengesini bozduktan sonra aynı şekilde işlemesini sağlamanın bu evrende olmayacağını daha anlayamadık.

Bütün bunları düşünürken okulun kantininde oturmuş son elli iki dakikadır aynı hızda yağan sağanak yağışı izliyordum. Zamanı bu kadar iyi bilmemin sebebi okulun en dakik hocasının dersinin bitmesini bekliyor olmamdan kaynaklanıyordu. Hadi ama... yirmili yaşlarında onlarca öğrenciyi ilkokul çağındalarmış gibi bir buçuk saat boyunca proje yapmaya ikna etmeye çalışmaktansa, bu çabayı daha iyi bir alana yönlendirmek çok daha mantıklı bir seçimdi.

Bert ile olan dersimin bütün tatlılık yeteneğimi kullanıp uzatmaya çalıştıysam da ciddi moduna bürünerek beni reddetmişti. Başka biriyle dersi olduğunu ve benim artık davulun başından kalkmam gerektiğini söylerken kulaklıklarımı takıp onu duymazdan gelerek çalmaya devam etmişsem de, bir süre sonra ritmim kafama ve yüzüme çarpıp düşen parçacıklar tarafından bozulmuştu.

"Ya. Ne kadar kötü bir hocasın?"

Kafasını yan yatırıp bana üç yaşındaki çocuk gülümsemesiyle baktığında kıkırdamamı tutamamıştım. "Hala kötüsün. Şirinliğin bunu değiştirmez."

Kucağıma baktığımda penalardan küçük bir havuz oluşturması gözlerimi devirmeme sebep olmuştu. Bir tanesini elime alıp, "Bu," dedim ona doğru göstererek, "bir hocanın yapacağı bir davranış değil. Sana hiç yakıştıramadım, Engelbert." Kafamı onaylamaz biçimde salladığımda ise ciddi bir tavır içine girmeye çalışmıştım.

Kocaman açtığı gözleriyle, "Seni küçük-"

O cümlesini tamamlayamadan çalınan kapı ile bölünmüştük.

Kapıdan uzanan siyah saçlı bir kafa bizi gördüğünde mahcup bir şekilde bir sonraki ders için geldiğini söylemişti. Çocuk gitmeye yeltenirken Bert ona durmasını söyleyerek yerinden kalkarak ona bu dersin zaten çoktan bittiğini söylemişti. Ardından da bana dönerek, "Seninle sonra görüşeceğiz, Thrud." demiş ve çantamı kucağıma atarak penaların yere düşmesine umursamayarak çocuğun yanına gitmişti.

Sebep olduğu dağınıklığı fark etmediği için ben de yerdekileri toplamadan çantamı sırtıma geçirdim ve onların arasından geçerken, "Ders öncesi ufak bir pena temizliği yapmalısınız! İyi dersler hocam." diyerek hızlı adımlarla oradan uzaklaşmıştım.

Yağmuru izlerken Bert'in bana seslenme şekli aklıma geldi ve kendi kendime gülümsedim.

Thrud, Thor'un kızıydı. Evet, mitolojinin en güçlü kahramanlarından biri olan Thor'un. Hani çekici olan...

Bert'in garip özelliklerinden biri bu olaylara acayip ilgili olmasıydı. Onunla girdiğimiz uzun tartışmalar sonucu benim ancak Thor'un çocuklarından biri olabileceğime karar vermişti.

Thrud'un özelliği ise... bir özelliğinin olmamasıydı.

Yani umarım güzel bir hayat geçirmiş ve mutlu bir şekilde ölüme kavuşmuştur ama hakkında binlerce hikayeye sahip kahramanlardansa onun; bilinen bir gücü, anısı, yaşantısı yoktu. O yüzden Bert, tartışmalarımızın sonucu bana bu ismi layık gördüğünde biraz bozulduğumu itiraf edebilirim. Sonra ise beni elleriyle omzumdan tutup karşısına almış ve gözlerine bakmamı sağlayarak açıklamasını yapmıştı. "Thrud'sun sen. O neydi, nasıldı inan tam bilmiyorum... Değişik söylentiler var ama hiç birinin bir dayanağı yok. Sen o olmalısın. Çünkü babanın Thor olması illaki onun sana bir şeyler kattığını gösterir. Düşünsene bölgesinde sadece adının geçmesiyle düzen sağladığı söylenir. Onun gibi güçlü birinin kızı olmalısın sen..."

Little Things  [Niall Horan]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin