Sabaha Karşı

830 98 42
                                    

'Sakin ol Ashley.'

'Sakin olmalısın.'

'Bebeğini doğurma Ashley.'

'Doğuma daha 4 ay var, Ashley saçmalama.'

Tamam, şimdi hiçbir şey olmamış gibi masaya geri dönmeli ve geceye devam etmeliydim. Bu hiç kolay olmayacaktı.

Bundan tam 6 saat önce bütün bunlardan bihaberken ayaklarımı koltuğa uzatmış kucağımdaki mezeyi kaşıklıyordum. Lois ise bilgisayarıyla uğraşarak bize iyi vakit geçirebilecek film arıyordu. Şüphesiz bunun böyle olacağını tahmin etmiştik ama arada birbirimize attığımız kaçamak bakışlarla canımızın evde durmak istemediği kesinleşmişti.

Lois bir karara varmamızı beklemeden kucağımdaki tabağı alarak kenara koydu ve beni elimden tutarak yukarı doğru sürüklediğinde bunu yaptığı için ona içimden büyük bir alkış göndermiştim. Odama girdiğimizde benim için dolabımdan elbise seçmiş ve on dakika içinde bunu giymemi sonra gelip kendisinin makyajımı yapacağını söyledi.

Tam yarım sonra ikimiz de aynanın karşısında birbirimizi izliyorduk. Ben onun omuzlarından dökülen dalgalı saçlarını beğenirken, o da elbisemin üstünden belli olan göbeğimin tatlılığından bahsediyordu. Yani... kesinlikle aynı konularda değildik.

Daha evden çıkmadan Mike'ın yerine gitme konusunda da konuşmadan anlaşmış gibiydik. Çıktığımızda da hemen bir taksi çevirip adresi söylediğimizde aramızda bunun üzerine bir tartışma geçmemişti. Kısa bir süre sonra bara girdiğimizde birbirimize bakıp gülümsemiştik, çünkü burada boş boş otursak bile çevremizde tanıdığımız birilerinin olması ikimizi de daha çok mutlu etmişti. İçeride insanı boğacak kadar bir kalabalık yoktu, çünkü genelde barın kemik kitlesi, böyle günlerde zamanını burada geçirmeyi tercih ederdi. O yüzden etrafa baktığımda pek çok tanıdığım insanı görmüştüm.

Etrafa bakınarak boş masa arandığımızda Mike bizi görmüş ve yüzüne yerleştirdiği koca bir gülümseme ile yanımıza gelmişti.

"Ashley! Lois! Hoş geldiniz kızlar!"

Lois ile kıkırdayarak aynı anda ona iyi seneler dilediğimizde yanımıza varmış ve ikimizi de kucaklamıştı. Ayrıldığımızda hem elimdeki torbadan bir an önce kurtulmak için hem de tepkisini çok merak ettiğim için, "Bu," dedim ona uzatarak, "senin hediyen. Lütfen kabul eder misin?"

Mike torbaya attığı bakışlarını bana çevirdiğinde gözlerinin minnettarlıkla parladığını hissetmiştim. İnanın o paketin içine boş bir kutu koyup senin için sevgimi buraya sakladım deyip ona versem bile buna bayılırdı. Çünkü onun yanında çalıştığım süre boyunca bana maddi şeylerin hiç bir önemi olmadığını, hislerime güvenmem gerektiğini öğretmişti, hayatta başıma gelebilecek en güzel şeyin 'hissetmek' olduğunu, o söylemişti.

Büyük bir hevesle paketi açtığında özenle içindeki çerçeveyi çıkarmıştı. Mike bir süre tepki vermeyince ona biraz daha yaklaşarak bir şey söylemesini beklediğimde gözlerinin dolduğunu gördüm.

"Mikee!" diyerek ona yeniden sarıldığımda beni geri çevirmemişti.

"Gerçekten mi? Bir oğlan mı?"

Sarıldığım için kulağına bağırmak istemeyerek onu onaylayan bir ses çıkardığımda beni tutuşu sıkılaşmıştı.

Geçen gün kendim alışverişe çıktığımda vitrinde gördüğüm bu çerçevenin dikkatimi çekmesini anlamamıştım. Ama ona baktıkça aylarca çalıştığım barın her yerine asılı olan çerçevelerin görüntülerin gözümde canlanması ile bunun da nereye ait olduğunu biliyordum.

Little Things  [Niall Horan]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin