9. BÖLÜM

179 14 3
                                    

Elimi alnıma götürüp görmemi engelleyen güneşi kapatırken daha ne kadar yolumuzun kaldığına bakmaya çalıştım. Bir köye gelmiştik, buradaki çocuklara bir iki saat özel ders verip dönüyorduk. Köyün içine motor ve askeri araç ile girmemiz uygun olmayacağı için yürümemiz istenmişti, sağolsun jandarma arkadaşlar bunun için biraz zorlamışlardı.

Hava ufaktan soğuktu ama tepemizdeki güneş bu soğukluğu hissettirmiyordu. Terleyen alnımı elimin tersi ile sildikten sonra olduğum yerde durdum. Biraz nefes almaya ihtiyacım vardı aksi halde Feriha gibi köyün tam ortasına bayılabilirdim.

Dönüp yanımda yürüyen Emre'ye baktım. Ben durduğum için artık yanımda değil benden bir iki adım uzaklaşmış bir vaziyette, gayet sakin adımlar ile ilerliyordu. Durduğumu anlamış olmalı ki dönüp arkasına baktı. "Niye durdun gelsene." diyerek eliyle gel işareti yaptı.

"Yürümekten ayaklarım su topladı Emre. Daha ne kadar yolumuz var." Ellerim ile ayağımı işaret ettim. Bitmiş bir haldeydim resmen. Tükenmiştim şu genç yaşımda.

Arkamızdan gelen jandarmalardan biri, "Az kaldı Meyra hanım." diyerek yanımıza geldi. Bir bunlar eksikti. Ömer'in yoğun isteği üzerine hatta verdiği emir yüzünden peşimize takılmışlardı. Yok neymiş köy tehlikeliymiş de bana zarar verirlermiş, buralarda terörist çokmuş... Beni burdan göndermek için söylediğine adım kadar emindim zira köydeki insanlar gayet mutlu bir şekilde hayatlarını sürdürüyordu.

Jandarmaya ufak bir bakış atarak önüme dönüp ve yürümeye devam ettim. Bir kaç dakika sonra köydeki ufak yapılı, iki sınıflı okula varmıştık. Bir sınıfta ben öbür sınıfta Emre ders verecekti. Buraya ilk defa geliyordum, yavaş adımlar ile kendi sınıfıma ilerledim. Girişte bir kara tahta, önünde öğretmen masası ve hepsinin önünde sıralar vardı. Camın hemen yanında ise soba vardı. Küçük bir köy okulu için yeterliydi.

Eşyalarımı masanın üzerine koyup karşımda duran bu minik arkadaşlarıma tebessüm ile baktım. Onlarda bana merak için de bakıyorlardı. O kadar minik ve tatlılardı ki yememek için kendimi çok zor tutuyordum. Henüz hiçbiri okuma yazma bilmediği için sadece üç harf öğretecektim. Benim işim kolaydı fakat onlar için aynı şeyi söylemeye vicdanım el vermemişti. Hepsine içinde harflerin yazılı olduğu bir alıştırma kitabı hediye ederek evlerine tek tek bırakmıştık. Jandarmalar bizzat tembih etmişlerdi. Heran her yerden terörist inip çocukları kaçırabiliyorlarmış. Biraz ürpermiştim açıkçası onların o pis yüzlerini görmek istemediğim için biran önce burdan gitmek istiyordum. Olabildiğince jandarmalarün ve Emre'nin yanında yürümeye özen gösterdim.

"Betin benzin atmış bir şey mi oldu?" dedi Emre.

Sanki görecebilecekmişim gibi elimi yüzüme attım. "Yoo iyiyim bir şeyim yok." Sesimde bile bir panik hâli vardı söylediğim bana da pek inandırıcı gelmemişti.

"Emin misin?" Derken kolumdan tutup beni durdurdu. Yüzüme baktı. "Yüzün pek öyle demiyor."

"Kardeş öyle diyorsa öyledir, çek o elini."

Askeri üniforması, Bordo beresi ve elinde tuttuğu silahı ile yanımızda Ömer belirmişti. Ne işin vardı bunun burda. Bordo bereliler kesinlikle ışınlanmayı bulmuşlardı artık buna kesin olarak emindim.

Önce arkada duran time bir bakış attım sonra Ömer'e döndüm. Gözü kolumda duran Emre'nin elinde ve onun gözleri arasında gidip geliyordu. Öfkesinin karşıdaki dağlardan bile belli olduğuna emindim. Terörist varsa bu siniri görüp kaçmış olabilirdi.

"Senin ne işin var burda?" diye çok makul bir soru yöneltmiştim.

Gözleri hâlâ Emre'deyken cevap verdi. "Sana bakmaya geldim."

ŞAFAK VAKTİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin