sizden oy ve yorum rica eduyorum ehe
....
Tuttu ellerimi yavaşça. Diyecek çok sözü var ama konuşamıyor gibiydi. Ağzındaki baklayı çıkarmak da istemiyordu. İnatçılığı tutmuştu yine.
Bana güvenmiyor muydu? Ona karşı yeterince samimiliğimi hissettirememiş miydim? Bu soruların cevabını düşünmek bile beni içten içe yiyordu.
Omuzlarından özenle tutup bir iki kere yavaşça sarstım onu. Ben ise gülümsüyor idim.
Hayır tabii; onun ağlaması beni mutlu etmiyordu, aksine onun gözünden akan her bir yaş damlasında karnıma yumruk yemişe dönüyordum. Sadece, ona her şeyin yoluna gireceğini anlatır gibi bir gülümsemeydi.
"Minho....", yutkundu. Sonunda kendini hazır hissediyor gibiydi. "Ben annemi gördüm."
Ardından omzuma başını yasladı. Ben ise omzumda onun göz yaşlarını hissediyordum. Ne hissedeceğimizi ikimiz de bilmiyorduk. Buradan sonrasını da bilmiyorduk.
Bu yüzden yapabileceğim en iyi şeyi yaptım, bekledim. Bekledim. Sadece bekledim.
"Anneni.... öyle mi? Emin misin?"
Jisung'un ağlaması ise hıçkırıklarıyla karışmıştı.
Jisung sürekli ağlıyordu. Her daim gözleri kıpkırmızıydı. Reşit olması ona bir şey katmamıştı. On yedi yaşındaydı, şuan ise on sekiz; başka değişen bir şey yoktu.
"Ben sana koca bir bardak kahve yapayım en iyisi? Olur mu? Kakao da yapabilirim. Hangisini istersin?" bir çocukla konuşur gibi bir ses tonu takınmıştım.
Yüzüme alayla, ciddi misin, der gibi bakmıştı. Hayal kırıklığı hissettiği belliydi. Ben ise ne yapacağımı bilemedim. Onun böyle hissetmesine neden olacak ne yapmış olabilirdim?
"Hyung.. burada kal."
Omzunu patpatladım ve saçını okşadım. Gitmemi istemiyorsa, kalacaktım ya.
En sonunda omuzlarından tutup başını, gömdüğü boynumdan kaldırdım daha rahat konuşabilmek adına.
Yüzünü kaçırmasını önlemek için de yüzünü; iki elim arasına almış, sıkıyordum nazikçe. "Anlat bakalım, emin miydin o olduğuna?"
Bir anda sesi yükselmişti. Bunu beklemediğimden dolayı hafiften ürkmüştüm.
"Hyung, o lanet kadın benim yüzüme dokundu! Saçlarımı okşar gibi yapıp çekti. Ve bunu tüm sokağın önünde yaptı! Ben ise onun karşısında yalnızca bir zavallıydım. Ben güçsüz olandım!"
İşlerin yavaş yavaş rayından çıktığını seziyordum ama izleyebileceğim alternatif bir yol, yöntem yoktu.
Ve beklediğim gibi oldu. Olaylar inanılmaz bir hızla gelişti, bir parfüm şişesinin yere düşüp kırılması ve yaydığı koku gibi. En son hayal meyal, bulanık gözlerimle yerde yatan Jisung'a ne olduğunu anlamaya çalışıyordum.
Tekmeler savuruyor, gözlerinden inanılmaz bir hızda yaşlar akıyordu.
Her zaman -nedenini bilmiyorum- sehpada duran anahtara uzandım ve Jisung'un yanına, dizlerimin üstüne çömeldim.
"Han Jisung! Han Jisung! Buradayım, güvendesin. İstemediğin hiçbir şey yapmayacağım. Yanındayım, hyung burada."
Oğlanın bileklerini birleştirip sıkıca kavradım. Öyle ki, sanki çatıdan aşağıya düşecekmişim de tek kurtuluş yolum o bileklere tutunmakmış gibiydi.
Tam o sırada güçsüz düştüğünden, sarkan parmaklarından birine anahtarın sivri ucunu batırdım.
Hafiften sakinlemeye başlayan Jisung'un göz kapakları da o hızda kapanıyordu. Bedeni bir anlığına çok yorulmuş idi.
Ama bir sorun vardı, bileklerini aşırı sıktığımdan çok fena kızarmışlardı.
----
kizlar selamm!!ee-sey biraz geç attım bolumu,,,, psikolojik olarak çökmüştüm ama şimdi iyiyim veee en geç 2 haftada bir olarak bolum yazmaya calisacagim
umarim sevmissinizdir şu bolumu cunku benim icime hic sinmedi
iyi bakin kendinizee
ŞİMDİ OKUDUĞUN
lost me, minsung
Fanfiction"tahta kutu ve bir avuç kafası karışık oğlan." ,,,,on beş ekim iki bin yirmi üç, jaws