8 - Rezil Anlar

30 7 13
                                    


Bazen geriye dönüp bakmak istiyorum geçmişime, hatıraları tazelemek, yaşadıklarımı sindirmek. Ama bir yandan da geçmişimi tamamen unutup önüme bakmak istiyorum. Geride silik anıların kaldığı hafızayla yoluma devam etmek, yaşadıklarımı ve bana kattıklarını görmezden gelmek, bazen daha kolay geliyor. Zamanın akışı içinde, neyin önemli olduğunu belirlemek, hangi hatıraların beni gerçekten şekillendirdiğini anlamak ise her zaman zorlu bir denge gerektiriyor.

Bazı anılar, sanki karanlık bir perde arkasına gizlenmiş gibi, zihnimin derinliklerinde sessizce yatıyor. Bilinçli olarak hatırlamak istemediğim, yüzleşmekten kaçındığım anılar, sanki zamanın akışı içinde kaybolup gitmiş gibi hissettiriyor. Ancak bu unutma, sadece geçmişte yaşananları değil, o anlarda hissedilen duyguları da silikleştiriyor.

Bu durum, bazen koruyucu bir mekanizma gibi çalışıyor gibi görünse de, bazen de içimde bir boşluk bırakıyor. Geçmişte yaşadığım deneyimler, beni şekillendiren anılar ve öğretilerle dolu olmalıydı, ama bazen sanki eksik bir puzzle parçası gibi hissediyorum. Fakat bu durumun hafıza kaybı olmadığını biliyorum. Sadece beynim hatırlamk istemediğim anıları yok saymak istediğinde bunu layıkı ile yerine getiriyor.

Hayatın acımasız yüzüyle genç yaşta yüzleşmek, beni derin bir yalnızlıkla sarıyordu. Her gün, eksiklik hissiyle baş başa kalıyordum. Daha ben doğmadan kaybetmiştim babamı. Sebebinin bir trafik kazası olduğunu söylemişti dedem. Annem ise ben doğduktan bir gün sonra yatağında ölü bulunmuştu. Kalbi dayanamadı demiş doktorlar. Otopsi raporunda öyle yazıyordu. Yani anlayacağınız ne anne sevgisini tadmış ne de baba şevkati görmüş bir çocuktum. Bu zalim dünyaya geldiğimde yapayalnızdım. Babamın yokluğu, annemin erken ayrılığı, beni yetim bırakmıştı. Kimseye gerçekten ait hissetmiyordum, tek başıma sürdürüyordum yaşamı. Bu durumda tek dayanağım dedemdi. Ancak onun da beni anlamadığı, sadece bir yük olarak gördüğü zamanlarda hissetmiştim. Hayatın bana verdiği bu zorlu mücadelede, minnettar olduğum tek şey dedemdi. Ona da beni yetiştirme yurduna vermediği ya da sokağa atmadığı için böyle hissediyordum. Onun dışında içimde bir boşluk, bir tatminsizlik vardı.

Dedem, beni gerçek dünyanın zorluklarına hazırlamak için kararlı bir şekilde beni eğitti. İlk başlarda, bu eğitim süreci çok sert ve acımasız gelmişti bana. Ancak zamanla, hayatta kalma mücadelesi veren biri olarak, onun bana öğrettiklerinin ne kadar değerli olduğunu anlamaya başladım.

Onun sayesinde, zorluklarla nasıl başa çıkacağımı öğrendim. Güçlü olmanın, ayakta durmanın ve pes etmemenin önemini kavrattı bana. O, beni bir savaşçı gibi yetiştirdi ve ben de bu dünyada hayatta kalmak için gereken becerileri onun öğrettikleriyle kazandım. Her ne kadar sevgi ve şefkatten yoksun olsa da, onun sayesinde öğrendiğim en büyük ders, hayatta mücadele etmenin ve ayakta kalmak için gereken gücü bulmanın önemiydi.

Genç yaşta, kim olduğumu ve nerede durduğumu belirlemeye çalışırken, birçok çatışma ve mücadeleyle karşılaştım. Ancak bunlar, sadece dış dünyayla değil, kendi içimdeki kimlik arayışıyla da ilgiliydi. Dedem, bu çekişmelerin büyük bir kısmından habersizdi. Ona göre, ben sakin ve itaatkar bir torun idim, oysa gerçek hayatta benim içimdeki savaş, onun bilmediği bir gizemdi.

Bu şekilde anlattım diye beni çocukluğunu yaşamamış biri olarak görmeyin. Cem, Koray ve Tunç, benim için sadece mahallemizin diğer çocukları değildi, aynı zamanda en yakın dostlarım ve büyük ağabeylerimdi. Onlarla geçirdiğim her an, çocukluğumu renklendiren anılarla doluydu. Her biri, beni cesaretlendiren, koruyan ve destekleyen bir figürdü. Aramızdaki yaş farkına rağmen, onlarla paylaştığımız deneyimlerin değeri yaşımızdan daha fazlaydı. Her kavga, her oyun, her gülüş, bizim için bir bağ kurmuştu ve bu bağlar, zamanın akışı içinde hiç solmayan hatıralara dönüşmüştü.

Ruh YarısıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin