Elvin ile odamdaydık. Elvin bana kırmızı bir elbise giydirmişti. Saçımı güzelce taramış elleriyle biraz oynuyordu, "Saçınız nasıl olsun?" diye sordu. Ben "Böyle kalsın, teşekkürler gidebiliriz" dedim.
Kapıdan çıktık. Arkamdan Elvin ve birkaç asker geliyordu. Merdivenlerden inip ön kapıya ilerledik. Kapıdan çıkınca askerler beni renkli fenerlerin ve bir sürü tezgâhın yer aldığı bir yere götürüyorlardı.
Biraz yürüdükten sonra arkadan bir ses "Çok güzel olmuşsun Demir Papatyam" dedi. Arkamı döndüğümde Yankı'yı gördüm. Hafif eğilerek selam verdim ve "Sende çok yakışıklı olmuşsun asker" dedim gülümseyerek.
Yanıma geldi. Askerlere bakıp "Gidebilirsiniz, teşekkürler" dedi. Askerler Yankı'yı başıyla onaylayıp saraya doğru yürümeye başladı. Yankı bana dönüp gülümsedi. Koluna girmem için kolunu uzattığında omzuna kolumu atıp "Yal aklanma yürü!" dedim. Yankı ile aramda baya bir boy farkı olduğu için nerdeyse havada duruyordum.
Yankı kolumu itekleyip "Rezil!" dedi çok aşağılayıcı bir sesle. Kollarımı göğsümde birleştirip "Şebek" dedim ve yürümeye başladım. O arkamdan gelirken ben kısık bir sesle "Tatlı olmasan tam dayaklık adamsın" dedim.
Yankı beni duymuş olacak ki kulağıma eğilip heyecanlı bir sesle "Beni tatlı mı buluyorsunuz Demir Papatya" dedi. Biraz ona döndüm. Yalan değildi, tatlıydı. Çocuk ruhlu olsa da seviyordum onu. Yüzümü ciddileştirip "Evet! Ne var a!" dedim. Sesim yüksek çıkmıştı. Yürümeye başladım. Arkamdan Yankı hızla geldiğinde ona baktım, o da bana bakıyordu.
Koluna hafifçe vurup "Ne oldu asker?" dedim. Saraya baktı, "Sarayın arkasında bir göl olmak, biz oraya gitmek?" dedi. Bende saraya doğru döndüm, Yankı'nın koluna iki kere ardı ardına vurdum ve "Tabi tabi. Biz oraya gitmek sonra delirmek" dedim gülerek.
Biz tam saraya doğru giderken arkamda omzumdan biri beni dürttü. Oraya doğru döndüğümüzde bir adam elinde içecek tepsisiyle bize bakıyordu. Adam "Kraliçem, alır mısınız?" dedi gülümseyerek. Bende küçük bardaklardan birini aldım ve kafama diktim.
Ağır bir şeker vardı. Şeker ağzımı yaktığında yüzümü buruşturmuştum. Elimin tersiyle ağzımı silip "Yankı sen sevmezsin" dedim Yankı'ya bakarak. Beni başıyla onaylayıp elindeki bardağı tepsiye geri bıraktı. Adam "Afiyet olsun" deyip gitti.
Yankı sarayın arkasına doğru yürüdü. Bende arkasından giderken "Şeffaf falan mıyım? Kraliçem dedi ben yokmuşum gibiydi. Hayır yani boylu posluyum neyden kaybediyorum anlamadım ki" dedi çocuksu bir sesle.
Sırtını sıvazladım, "Belki bir gün be kardeşim" dedim teselli eder gibi. Bana baktı "Sen birini teselli etme. Gömüyor musun teselli mi ediyorsun belli değil ki" dedi. Adımlarını hızlandırıp beni arkada bıraktı. Kolunu tutup "Yavaşlar mısın?" dedim. Bana dönmeden "Tozumu yut, Kezban" dedi.
Olduğum yerde durdum, ellerimi belime koyup "Yankı çok ayıp! Gel buraya!" dedim. Durdu, bana baktı "Sen gel kraliçe bozuntusu!" dedi. Ona '3 saniyen var gelmezsen olacaklardan ben sorumlu değilim' bakışı attım. Koşarak yanıma geldi, elini uzatıp "Öpeyim amca" dedi. Elimi tutmaya çalışınca "Hoşt! Yok bir de dede deseydin!" dedim sinirle. Kolumu tutup sarayın arkasına doğru yavaşça çekti beni.
Biraz ilerledikten sonra göl gözükmeye başladı. Orası da renkli fenerlerle süslenmişti. Ağzım açık kalmıştı. Ayağımdaki topukluları bir köşeye fırlatıp gölün yanına koştum. Gölün etrafında dans ederek koşarken Yankı beni izliyordu.
Yankı beni izliyordu...
Yankı kraliçesini izliyordu...
Yankı o küçük kırgın kız çocuğunu izliyordu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölümün Doğurduğu Kız
FantasyYaşadığı kraliyette hiç sevilmeyen Gece. Ailesi sürekli evden gidebilmesi için onu evlendirmeye çalışır. Gece evlenmek istemediği için kaçar. Gece'nin çocukluk arkadaşı Yankı ise ona yardım etmek için kendi hayatını riske atar. İkilinin bu yolculukt...