2. Bölüm

25 2 2
                                    

Sabah oldu. Kalktım kıyafetlerimi giydim, yüzümü yıkadım ve mutfağa geçtim. Kahvaltı yapmak için girmiştim ama mutfakta kimse yoktu. Kimse uyanmamıştı. Annem ve babamın odasına girdiğimde ikiside uyuyordu. Sanırım biraz erken uyandım. Saat 05.30'du. Ben niye hep erken kalkıyorum? Kahvaltı yapmaya üşendiğim için bir tane simit yemeye başladım. Simitimi yedim ve montumu giyip annemin yanına gittim.

"Annee, annee!" diye onu dürterek fısıldadım.

"Annee!"

"Hıı!" dedi sinirli bir şekilde.

"Anne!"

"Ne?"

"Ben gidiyorum."

"Nereye?"

"Sence?" dedim sinirle.

"Okula mı?"

"Evet."

"Bu saatte mi?"

"Ne varmış saatte?"

"Saat altı!" Ben yarım saatte mi kahvaltı etmiştim? Herhalde ağzımı açarken 1 dakika geçiyordu.

"Erken gitmek daha güzel!"

"Yemek yedin mi sen?"

"Evet simit yedim."

"Tamam, kapıyı iyice çek açık kalmasın!"

"Tamam." dedim ve odadan çıktım. Ayakkabılarımı giydim ve evden çıktım. Kapıyı da iyice kapattım. Sonra metrobüs durağına doğru yürümeye başladım. Hava açıktı. Telefondan şarkı açtım ve kulaklığı kulağıma taktım. Gözlerim kapalı bir şekilde giderken araba çarpmasın diye dua ediyordum.

"Aahh!"

"Aahh!" Araba değil yağmurda ağlayan çocuk çarpmıştı bana ya da ben ona çarpmıştım!

"Pardon!"

"Sorun değil. Yürürken dikkatli ol ve gözlerini açta yürü. Diğer sefere bana değil arabaya çarparsın!"

"Tamam." Evet, ilk kez konuştuk! Sevinçle metrobüs durağına doğru yöneldim. Metrobüse bindim ve bir yere oturdum, hayret içerisi biraz kalabalıktı. Bu saatte ne işleri varsa? Mutlulukla bir şarkı açtım ve kulaklığı kulağıma taktım. Kulağımda "Yüzyüzeyken Konuşuruz'dan" Sen Varsın Diye şarkısı çalıyordu.

"Üstümden sanki trenler geçti, yine el salladım." Şarkıyı bağırarak söylüyordum ve son kısmındaki yerde dediği gibi el sallıyordum, "Yağmurda ağlayan çocuğa".

"Belki sen varsın diye." Hâlâ bağırıyordum.

"Belki duyarsın diye." Ve hâlâ bağırmaya devam ediyordum.

"Beni anlarsın, soru sormazsın..." Gözlerim kapalı deli gibi bağırarak şarkıyı söylüyordum.

"Ah, yetmedi mi be?" Artık susmuştum, çünkü okula gelmiştim. Herkes bana "Bu salak mı?" der gibi bakıyordu. Ben de onlara 32 dişimle sırıtıyordum.

"Benim minik konserimi dinlediğiniz için teşekkürler. Canlı müziğim için bana para vermenize gerek yok. Bu sizin için ücretsiz canlı minik bir konserdi, görüşürüz." dedim ve indim.

"Beyinde biraz sıkıntı var herhalde. Görüşmeyiz canım!" Ben bu kadının sözlerine sinirden gülüyordum. Teşekkür edeceğine homurdanıyor. Neyse, şükürsüzler! Okula girdim ve sınıfa doğru yürüdüm. Sınıfta bir kız vardı. Önce sırama gittim ve çantamı oraya bıraktım. Sonra kızın yanına doğru yürümeye başladım. Kızın saçları turuncuydu ve dağınık bir topuz yapmıştı. Bir sürü çilleri vardı ve bu onu çok güzel yapıyordu. Gözleri yeşildi, benim gözlerim mavi ve çillerim de var kıskan! Yağmurda ağlayan çocuğun gözleri de maviydi!

Neyse, Aslı'nın teni de beyazmış... Uzun boylu ve zayıftı. Bende biraz uzundum ve zayıftım, manken gibi! Ben Aslı'nın mı kıskanıyorum? Aslı çalışkan zeki bir kıza benziyor... Çantasından bir kitap çıkardı ve okumaya başladı.

"Adı ne?"

"Neyin?"

"Kitabın."

"Kar Küresi."

"Beyza Alkoç'un kitaplarını çok severim. Güzel bir zevkin var ve o kitabı ikinci kitabı Kar Tanesi ile beraber geçen hafta bitirdim. Çok güzeldi!"

"Evet, Beyza Alkoç'un kitaplarını bende çok severim. Kar Küresi'nin son bölümündeyim zaten, bugün ikincisine başlarım."

"Kaç yaşındasın?"

"On sekiz."

"Bende!" Gerçi aynı sınıftaydık ve aynı yaşta olmamız normaldi...

"Günaydın!" Bu ses Kumsal'a aitti.

"Günaydın." dedim tebessüm ederek.

"Günaydın." dedi Aslı.

"Merhaba, Ben Kumsal."

"Bende Aslı."

"Memnun oldum."

"Bende!" Sonra sırayla Burçak, Eda ve İklim geldi... Hepsi Aslı ile tanıştı... Ve ders zili çaldı. İçeriye beş erkek girdi içlerinden biri dün yoktu ve bu kişi yağmurda ağlayan çocuktu! İkimizde birbirimize şok içerisinde bakıyorduk. Sonra hepsi en arka sıraya yerleştiler. Hepsi ikili bir şekilde yan yana oturuyordu. Benim yanımda Burçak oturuyordu. Ve hoca geldi. Hoca girer girmez yer değiştirmeye başladı.

"Burçak bir arkaya geç."

"Güneş Burçak'ın yanına geç."

"Kumsal bir öne..."

"Yağız Kumsal'ın yanına."

"İklim Umut'un yanına."

"Kıvanç Eda'nın yanına."

"İrem Aslı'nın yanına."

"Dolunay Başak'ın yanına." Orta en önde onunla birlikte oturuyordum ve onun adı Dolunay'dı... Ders başladı ve bitti.

"Merhaba Başak, memnun oldum. Aslında sabah biraz tanışmıştık!"

"Merhaba Dolunay bende memnun oldum. Evet öyle oldu maalesef!" Saf gibi konuşuyordum ama neyse... Arkadaşlarıda zayıftı, renkli gözlüydü, beyaz tenliydi ve uzundu... Onların saçları düzdü ama Dolunay'ınki kıvırcıktı. Sonra arkadaşlarıyla birlikte dışarı çıktı. Bizde doğruluk cesaretlik oynuyorduk ama tabikide ben oynamıyordum. Sadece izliyor ve dinlemiyordum, saf saf bakıyordum.

"Doğruluk..." Hâlâ dinlemiyorum.

"Cesaretlik..." Dinlemiyordum sadece düşünüyordum. Kapı açıldı, içeri Dolunay ve arkadaşları geldi.

"Başak sana soruluyor."

"Ben oynamıyorum."

"Sana oynuyor musun diye sormadım!"

"Hemen bakalım... Dolunay!" dedi İklim.

"Sen Başak'a soracaksın." dedi Burçak.

"Tamam." Yere çömeldi.

"Doğruluk mu cesaretlik mi?"

"Doğruluk!" dedim.

"Pekala. Nasılsın?" soru bu mu?

"İyiyim."

"Tamam bitti." dedi Dolunay...

Bir süre sonra okul bitti ve eve gitmek için metrobüse bindik. Hemde hepimiz o da benim yanımdaydı! Sustuk ve oturduk, ikimizde aynı durakta indik. Ve ben düştüm!

"Bıktım aerık bu ne yaa!"

"İyi misin?" dedi Dolunay ve elini uzattı.

"Evet." Elini tuttum ve kalktım.

"Dikkatli ol ve görüşürüz."

"Tamam görüşürüz." Sonra eve gittim. Yemeğimi yedim, ödev yaptım ve yattım. Belki bugün yaşadığımız şeyler bir rüyaydı ve rüyaysa ben uyanmak istemiyorum. Belki bu rüya bana bir ödüldü, altın madalyadan daha güzel bir ödül...

Işık Perisi ve Ay IşığıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin