"Başak." Bu annemin sesiydi.
"Hııı."
"Başak!"
"Hııı..."
"Başak, sana diyorum!" Bu sefer çok kötü bağırmış olmalı ki korkuyla yataktan düştüm.
"Ne?"
"Kumsal geldi."
"Niye?"
"Ne demek niye?" Diyerek odaya girdi Kumsal.
"Kalk hadi, okula gideceğiz."
"Sen niye geldin?"
"Canım istedi!"
"Kanka arasaydın gelirdim, niye zahmet ettin?" dedim alayla.
"Başak!"
"Kulağımın dibinde bağırmasana geri zekâlı!"
"Kalk!"
"Tamam be geliyorum!"
"Beş dakika içinde burada olmazsan, canını okurum!"
"Emrin olur, Kumsal Hanım!" dedim sinirle. Kahkaha atarak zevkle bana bakıyordu.
"Kumsal Hanım. Sevdim ben bunu, bana bu şekilde seslenebilirsin!"
"Kafana terliği yemek istemiyorsan çık git!"
"Tamam hizmetli ya da köle mi demeliydim. Neyse gelirken orta şekerli kahvemi de getir!" O sivri zekâlı bana köle mi dedi?
"Aahh!.." Sanırım terliği kafasına çok sert attım! Evet, terliği kafasına fırlattım!
"Cezalısın, derhal hücreye!" diyerek çıktı.
"Beş kardeş geliyor Kumsal. Kaşınma istersen!" Diye bağırdım arkasından. Kıyafetlerimi giydim ve odadan çıktım. Mutfağa geçtiğimde Kumsal bana salak gibi sırıtıyordu.
"Beş dakika geçti Başak. Tam bir dakika üç saniye otuz altı salise geciktin!" Kumsal tüm bunları kendi mi hesapladı.
"Sen şaka mısın? Nasıl hesapladın onları?"
"Bir dakika üç saniye otuz altı salise falan işte!"
"Meslek sırrı!"
"Söyle kimseye söylemem. Meslek sırrıymış!"
"Kanka çok safsın yaa!"
"Ne?"
"Salladım ben onları!"
"Sen varya..."
"Ne kadar safsın ya! Hemen de inandı."
"Tabi inanırım, saate bakmadım ki!"
Yemeğimizi yiyip hemen evden çıktık. Saatime baktığımda çok erkendi.
"Saat sabahın altısı!"
"Evet."
"Çok erken ya!"
"Ne güzel işte!"
"Üff..." Aaa karşımda Dolunay vardı. Ve yağmur yağıyordu. O yine ağlıyordu. Yağmur çoğaldıkça onun göz yaşları da çoğalıyordu. İkimizde ona üzgünce bakıyorduk.
"Neden ağlıyorsun?" dedi Kumsal. Dolunay burnunu çekti ve cevap vermeden gitti. Ona binlerce soru sormak istedim ama soramadım.
"Neden ağlıyor acaba?" diye mırıldandı Kumsal.
"Bilmem."
"Hadi, metrobüse binelim!"
"Tamam." dedim ve peşinden gittim. Boş bir yere oturdum. Biri burnunu deli gibi çekiyordu. Kafam ağrıdı yaw!
"Bu kim ya!" Diye homurdandı Kumsal.
"Dur bi bakayım." Dolunay'dı bu, o da burada! Ve bizim yakınımızda oturuyordu. Burnunu deli gibi çekiyordu.
"Kim çekiyormuş?"
"Dolunay."
"Ne, burada mı yani?"
"Evet!" Dayanamayıp yanına doğru yürümeye başladım. Of, şu özgüvenimi hiç kontrol edemiyorum! Ne yapıyorum ben ya!
"Neden ağlıyorsun?" Burnunu çekti ve yüzüme baktı.
"Söylemek istemiyorum. Lütfen kırılmayın."
"Neden kırılalımki?"
"Söylemedim diye. Ve burnumu çekerek rahatsızlık verdiğim için özür dilerim." Çocuk gibi masumdu. Ağlayınca çok savunmasız görünüyordu.
"Kırılmam ve sorun değil."
"Sevindim!" Gerçekten çocuk gibi sevinmişti! Yanından ayrılarak Kumsal'ın yanına gittim. Kumsal hemen soru sormaya başladı.
"Neden ağlıyormuş ve burnunu çekmeyi ne zaman bırakacakmış?"
"Neden ağladığını söylemedi. Burnunu çektiği için ve bize rahatsızlık verdiği için de özür diledi."
"Hımm..." Biz konuşurken metrobüs okulun önüne gelmişti ve indik arkamızdan Dolunay'da geliyordu. Ve her zamanki gibi yere düştüm!
"Düşmesen şaşardım zaten!"
"İyiyim, sorduğun için teşekkürler!" Diye alayla mırıldandım. İkiside elini beni kaldırmak için uzattı. Ayıp olur ikisinin de elini tutup kalkayım. İkisinin elini tutup kalktım.
"Teşekkürler!"
"Rica ederiz!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Işık Perisi ve Ay Işığı
Teen FictionBaşak yağmurda ağlayan çocuğu gördüğünden beri değişmeye başladı. Onunla beraber güzel vakit geçirdiler ama o geziye gittikleri günden beri her şey değişmeye başladı. Gittiklerinde onları kötü bir sürpriz bekliyor olacak. Belki hayatları alt üst ola...