Birazdan okuyacağınız sahne için sizden çok özür diliyorum. Zaten bir kız olarak acayip rahatsız olduğum bir sahne. Bu sahneyi yazmamın sebebi, bu kitabın konusunu rüyamda görmem ve çok hoşuma gitmesi. Eğer bu sahneyi yazmasaydım, kitap olması gerektiği gibi ilerlemezdi.
Sizi çok tutmayayım. Kocaman öptüm ve iyi okumalar.
Oy ve satır aralarına yorum atmayı unutmayın.
Kaç saattir buradayım bilmiyorum ama havanın yavaş yavaş karardığını düşünüyorum, çünkü içeride bulunan küçük pencereye artık ışık vurmuyordu. Pencerenin önünde bir duvar vardı, o yüzden nerede olduğumu bilmiyordum. Ama galiba bodrum katı gibi bir yerdi çünkü duvarlar rutubetlenmişti. Ne istiyordu bunlar benden?
Ayyy kız, acaba seni kullanıp sonra öldürüp ve en sonunda bir kenara atacaklar mı?
Susana, sen niye korkutuyorsun beni şimdi Allah Allah.
İçeri bir adam geldi, bu az önce giren adam değil miydi? Biraz daha inceleyince bunu onayladım. Bana yaklaşıp saçımı okşamaya başladı. "Güzel ve hırçın kız, adın ne bakalım, söyle," dedi. "Sana ne ve çek pis elini," derken kafamı çektim. Kahkaha attı ve ardından "İyi sen bilirsin, benim için fark etmiyor," dedi ve bağladığı ellerimi ve ayaklarımı çözmeye başladı. Yaptığı şeye anlam veremezken beni kucağına aldı ve arkamda olduğunu yeni fark ettiğim yatağa doğru götürdü. Eskimiş yatağa beni yatırırken ellerimi yatak başlığına, ardından da ayaklarımı bağladı. Avazım çıktığı kadar bağırmaya başladım ama kimse duymuyordu. Yavaş yavaş üstümdekileri çıkartmaya başladı. Yapmasın, istemiyorum; yıllarca bundan kaçmışken şu an olmasın. Allahım ne olur yardım et lütfen.
Parmakları yavaş yavaş tüm vücudumda geziyordu. Ağlayarak bağırıyordum. Artık ses tellerim acıyordu. Allahım ne olur ileriye gitmesin, yalvarırım. "Yapma, ne olur yapma," diye yalvarıyordum ama nafile. İç çamaşırlarımı çıkarmaya başladı ve pis nefesini bacak aramda hissettim. Tam o an bir ses geldi ve merdivenlerden inen beş tane asker geldi. Türk askeri. Girdikleri an mutluluktan ağlamaya başladım. Bulmuşlardı. Beni bulmuşlardı. Gözlerindeki şaşkınlık her şeyi açıklıyordu. Benim için değil ama o orospu çocuğu için gelmişlerdi.
En öndeki adam hızlı adımlarla buraya geldi. Anında bacaklarımla kendimi kapatmaya çalıştım. Bu hareketimi gördü ve gözlerini kapatarak o adamı üstümden aldı, anında onu başka bir askere doğru itti ve bana döndü. Ardından ellerimi ve ayaklarımı çözmeye başladı. Bunu yaparken vücuduma bakmıyordu. İşi bittikten sonra yerdeki kıyafetlerimi aldı ama yırtık olduğunu görünce üzerindeki ceketi çıkarıp verdi. Onun üzerinde sadece bir tişört kalmıştı. Sesimi çıkarabildiğim kadar çıkarttım ve teşekkür ettim, o sadece kafa sallamakla yetindi.
***
Yaklaşık yarım saattir yürüyoruz ve ben çok yoruldum ve susadım. Yarım saat koymaz bana ama yine de çok yoruldum hem ruhen hem fiziksel olarak.
Erkekleri oldum olası sevmem çünkü tanıdığım tüm erkekler erkek egemenliğini savunur. Bunların başında da babam geliyor, sonra amcalarım, dayılarım ve en sonunda da Burak.
Erkekler her kararı verir, onlar herkesten her şeyden üstündür diye diye içime işlediler bu düşünceyi. Her ne kadar bu düşünceye kapılsam da içimde bir yerlerde feminist bir tarafım var. Onu sadece çıkarmam lazım ama bunu tek başıma yapamayacağımı bildiğimden o feminist Nur orada duruyor.
Bu düşüncelerimin üstüne aklıma yarım saat önce yaşadıklarım geldi. Tacize uğradım ben. Dokundular bana, kirlendim ya ben. Nasıl bakacağım insanların yüzüne şimdi? Anneme anlatmalı mıyım? Ya benden utanırsa? Ya benimle bir daha konuşmazsa?
"Ah!" Düşüncelerimden düşmemle ayrıldım. Evet evet, bildiğiniz düştüm. Yerde oturmuş, ayağımı ovup ağlıyordum. Bana ceketini veren asker eğilip "İyi misin? Çok mu acıyor canın? Nasıl becerdin düşmeyi? Allahım ya! Cevap versene kızım!" diye de en sonunda bağırdı. Bağırdığı an sıçradım ve kısık sesle cevap verdim "Ayağımı burktum o yüzden düştüm, özür dilerim bir daha düşmem," dedim. Bakışları yumuşadı ve daha sakin bir şekilde cevap verdi. "Özür dileme ve yürüyebilecek misin?" Kafamı sallayıp "Evet evet, yürürüm," dedim ve ayağa kalktım. Bir adım attım, atmadım yine düşecekken beni tuttu başka bir asker. "Dikkat et!" dedi. Kafamı sallayıp yürümeye devam ettim. Canım çok yanıyordu ama çaktırmamaya çalışıyordum.
Bayağı bir ilerledik, en sonunda bir helikopter göründü. Oraya doğru ilerlemeye başladılar ve bindiler, en sonunda da ben kaldım. Bana ceketini veren adam elini uzattı, tereddüt ederek tuttum. Ellerimiz kenetlendiği an, sanki elektrik akımı tüm bedenimi sardı. Kalbim hızla atmaya başladı, göğsümde bir kelebek kanat çırpıyormuş gibi hissediyordum. Göz göze geldik ve bir iki saniye bakıştıktan sonra gözlerimi kaçırdım. Tam o anda beni yukarı doğru çekti ve helikopterin içine girdim. Helikopterin içinde boş olan bir oturma yerine oturdum ve helikopterin kapısı kapanıp harekete geçti.
Biraz zaman geçtikten sonra çekinerek "Üstlerinize beni de aldığınıza dair haber verdiniz mi?" dedim. "İşimizi senden öğrenecek değiliz!" dedi kumral bir çocuk. İçlerinden başka biri bana dönüp "Verdik abla," dedi. Kaşlarımı çatıp kafa salladım ve dışarı baktım. Sonra tekrar o çocuğun sesini duydum. "Abla, adın ne?" dedi.
"Lidya Nur Gökçe. Ama Nur ismini kullanıyorum. Sizin isimleriniz ne?" Çocuk gülümseyip cevap verdi, "Benim adım Abidin. Komutanımızın adı Mirza Taner, yanımda oturan Gökhan." Beni azarlayanı işaret etti bu sefer. "Bu da Aras." Dedi. Gökhan bana dönüp "İstersen gözlerini kapatıp uyu, uzun yolumuz var," dedi. Bir düşündüm ve asker olduklarına güvenip kafamı arkaya yasladım ve gözlerimi kapattım.
***
Dürtülmemle gözlerimi açtım. "Lidya, uyan, iniş yapacağız," dedi Abidin. "Uyandım," dedim. "Aaa, ne çabuk uyandın," dedi. Tebessüm ettim. Kanım çok çabuk ısınmıştı Abidin'e. Bir süre sonra kapılar açılmıştı helikopterin ve herkes teker teker inmeye başladı. En son ben ve Taner kaldı. "İn sen," dedi. Kafa sallayıp helikopterden atladım. Hepsi hazır olda durmuş tekmil veriyordu. En sonunda karşılarındaki kişi -rütbesine bakınca albay olduğunu gördüm- rahat dedi. Bakışları bana döndü ve "Kızım, beni takip et olur mu?" dedi babacan bir tavırla. Gözlerimi kaçırdım ve kafa salladım. Ardından Taner'e döndü ve "Sen de gel," dedi en sonunda arkasını döndü ve ben de peşinden gittim.
İki kat çıktıktan sonra bir odaya geldi ve içeri girdi. "Geç kızım. Otur şöyle," dedi. İkiletmeden oturdum. Taner ise kapının önünde dikiliyordu. Albayın söze başlamasıyla ona döndüm, "Nasılsın?"dedi.
"İyiyim siz?" dedim.
"Allah'a şükür iyiyim," dedi. Kafa salladım.
"Gideceğin bir yer var mı?" dedi. Duraksadım ve gözlerimi kaçırarak cevapladım.
"Evet var, neden sordunuz?"
"Mirza seni bıraksın diye," dedi. Panikle cevapladım:
"Hayır hayır, ben giderim," dedim. "Nerede oturuyorsun kızım?" dedi. Aklıma otelin olduğu yer geldi ve "Merkezde," dedim.
"Bura oraya çok uzak, Mirza götürsün," dedi. "Hayır hayır, götürmesin, ben giderim. Ev benim sonuçta, biliyorum nerede," dedim.
"Ben götüreceğim," dedi sert sesiyle. İstemsiz bir şekilde kafa salladım.
Arkadaşlar, inanır mısınız yazıyorum yazıyorum bitmiyor. En sonunda çıldırdım ve burada bıraktım vallahi, kusura bakmayın.
Neyse, bölüm nasıldı?
Öptüm, bayyyy.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Uzak Bir Şehirde Yeni Bir Başlangıç
Literatura FemininaLidya Nur Gökçe, evlilik arifesindeyken evden kaçar ve çok uzak bir şehre taşınır. Bu şehre adım attığı ilk andan itibaren başına bir dizi felaket geleceğini tahmin bile edemez. Yaşadığı olaylar Lidya'yı derinden etkiler ve o deli dolu kızdan çok fa...