Kuşlar uçar senin gönlünü taklit için
Ellerinden devşirir bahar çiçeklerini
Deniz gözlerinden alır sonsuzluğun haberini
Ey gönüllerin en yumuşağı, en derini
Ey sevgili
En sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim..."Görmüyor musun ihtiyar, kız sana varmak istemiyor. Ne yapsam, ne etsem anlayamamışımdır sizdeki inatı... Sen ki yaşlı, bunamış bir adamsın. Bir ayağın çukurda, bir gözün öteki dünyaya bakmakta. Daha on yaşında bir kıza nasıl talip olursun? Üstelik anası babası yok bir kıza. Üstelik kendinden başka kimsesi olmayan yalnız başına bir kıza. Üstelik okuma yazma öğreneceği yaşlarda büyümeyi öğrenmek zorunda kalmış bir kıza... Hiç hâyâ da mı kalmadı sende?"
Karşımda duran ihtiyar adam buraların en büyüğü imiş. Fakat yaşdan kasıt değil, paradan kasıttayım. Parayı şu melul kürenin beyfendisi olarak gören ve ona tapan, onun önünde diz çöken insanlar diyarına rastlamış gibiyim. Ancak kaza eseri rastlayabileceğim bu yere nasıl kendi rızamla gelmişim, aklım almıyor. Bilsem, diyorum, gelir miydim bu illet yere? Evet, tabii ki gelirdim. Zira bende bitmek tükenmek bilmeyen eğitme sevdası, beni Anadolu'nun en ücra yerlerine dahi gönderebilir. Üstüme vazife olmayan her işe bulaşma hevesim ise başıma büyak felaketler açabilir. Hayırlısı Yarabbi...
"Sana ne oluyor Öğretmen? Seni ne ilgilendirir benim istediğim kadın? Seni ne ilgilendirir benim istediğim kadının yaşı, başı, hayatı? Sana ne oluyor, ha?" diyerek bir yandan da tehdit mahiyetinde parmağını sallıyordu.
"Bana ne oluyoru mu var efendim? Kız sizi istemiyor, zorla evlenmeye çalışıyorsunuz. Rıza esas değil midir İmam Efendi, sen söyle, sen konuş."
İmam neye uğradığını şaşırır gibi birden silkelendi. Gözlerini irice açarak bir kıza bir de ihtiyar adama baktı. Kızın tarafını tutsa işinden olması pek tabii. Fakat bu zengin ihtiyarın tarafını tutsa işin dînî tarafı da var. İşte o an anlıyorum ki İmam Efendi dinle mevkisi arasında sıkışıp kalmış. Üstelemeye gerek yoktur.
"Söyle kızım, sen istiyor musun bu beyi?"
Zavallı kız, ilk kez sözün ona bırakılmasının verdiği tedirginlikle dudaklarını ısırmaya başladı. Bir sağında duran bana bir de solunda dizilmiş adamlara bakıyordu. Başını hayır anlamına gelecek şekilde sağa sola salladı.
"Gördünüz mü efendiler? Kız istemiyor. Daha küçücük çocuk bu kız. Ne bilsin evlenmeyi?"
İhtiyar adam iyiden iyiye sinirlenmeye başladı. Yüzü adeta bir renk cümbüşüne dönmüştü. Sararıyor, kızarıyor, morarıyordu. İstediğini alamayan küçük bir çocuk gibi ayaklarını toprağa vura vura "Olmaz böyle iş, olmaz!" diyordu.
"Amcacığım, nolur bırak gideyim, nolur." diyen kızcağız ihtiyar adama yalvarıyor fakat bu zelzenişleri hiçbir işe yaramıyordu
Adam hâlâ sinirle ayaklarını yere vurup aynı sözleri bir papağan misali tekrar ediyordu. İmam Efendi'ye ve muhtara bir çıkar yol bulmaları için yalvarıyordu. Bu ihtiyar adamın hiç tekin biri olmadığı kanaatindeydim. Zira tüm bu isyanların arasında kızı sadece bir kez, bu sabah yoldan geçerken, gördüğünü ve üçüncü karısı olarak istediğini öğrendim. Fakat nasıl bir öğrenmek? Bu adamda olmayan hâyâ duygusu sanki bana aksedilmiş gibi ben utandım. Kadınlar fırsat buldukça "Ah şu erkek milleti..." diyerek yakınırlar. Hakları var. Ah şu erkek milleti, ne gözü doymaz insanlar. Ne utanmaz arlanmaz insanlar. İki karısı onu evde beklerken o üçüncüyü, üstüne üstlük bir çocuğu, almak için sabahtan beridir burada türlü oyunlar peşinde dolaşıyor. Allah tüm bu insanları bu dünyada nasıl yaşatıyor? Birisi daha on yaşında, kimsesiz küçücük bir kız çocuğu diğeri ise en az altmışında, iğrenç bir adam. Yok, yok. Aklım almıyor. Nasıl olur Yarabbi? Bu iki tür nasıl aynı toprağa ayak basar, aynı havayı solur? Nasıl, nasıl...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LALANİ (+18)
Romance"Bir şansın olsa yine böyle mi yapardın kızım?" Lâl hakimin dudaklarından çıkan her kelimeyi büyük bir boşvermişlikle dinliyordu. Hakim sorusunu tekrar sordu. "Evet Hakim Bey. Bir şansım olsa tekrar öğretmen olurdum." Hakim memnuniyetsizlik ve yıl...