𝟔.𝐁𝐨̈𝐥𝐮̈𝐦: 𝐀𝐤𝐚𝐢𝐰𝐚

149 11 3
                                    

Mert'in yanına gittim tıpış tıpış. Onu affetmiş sayılmazdım ama, en azından pişmanlığı hatrına ondan tiksinmiyordum da artık.

Mars'ı da alıp bizi siyah arabasına bindirdi. Geldiğimiz yer, bir mezarlıktı. Mezarlığın yakınındaki çiçekçiden bir gül aldı. Mezarlığa beyaz bir gülle girmiştik. Her şeyin siyahını alıyordu. Gülün ise beyazını almıştı. Akaiwa...

Akaiwa, Japonca'da beyaz gül anlamına geliyor. Ayrıca, beyaz gül saflığı ve temizliği temsil eder. Yani, sanırım gerçekten iyi ve temiz gördüğü birinin mezarına gidiyor. Acaba kim? Çok merak etsem de, bekleyip göreceğiz anlaşılan. Mezara girdiğimizde Mars'a "Kime beyaz gül aldı?" diye sordum meraktan. Mars, "Geldiğimizde görürsün." dedi. Beni o da meraktan çatlatmıştı ama! Üff ya!

Geldiğimizde, Mert sessizce Fatiha okudu. Benimse gözüm mezara kaydı. Sevgi Akbulut. Benim adımdı! Beni öldürdükten sonra mezarıma beyaz gül bırakıp, Fatiha okuyordu. Şu adamdaki fanteziye bak! Akaiwa en sevdiğim çiçek olduğundan, koyması iyi olmuştu aslında...

Mezarlığa şu döktü. Kaslı kolları sayesinde çeşmeden taşıdığı 5 litrelik suyu taşımak onun için çok kolay olmuştu. Gözüm doğduğum ve öldüğüm tarihlere gittiğinde bir şey farketmiştim. Bugün... Ölüm yıl dönümümdü...

Babamın gelmeyeceğine eminim. Kardeşim Esma gelemez zaten. Onun okulu var. Onu okuması için İzmir'e göndermiştim. Oradan buraya gelecek değildi ya! Saatler sürerdi. Derken kumral saçları, mavi yıkık gözleriyle biri belirdi. Esma Akbulut...Gözleri ve burnu kızarmıştı, simsiyah giyinmesine rağmen elinde beyaz bir gülle belirmişti. Onu, bu zamana kadar neler hissettiğini, ne kadar ağladığını, yalnız hissedip hissetmediğini hiç düşünmemiştim. Daha 15 yaşındaki kız kardeşimin her şeyiydim. Ne kadar yalnız hissetmişti kim bilir? Bir süre boyunca babamı suçlamış olmalıydı. "Şey, siz kimsiniz acaba?" bu soruyu soran Esma'dan başkası değildi. Sesi titrek ve kısık çıkmıştı. Mert Kara'dan haberi dahi olmamıştı. O İzmir'de okurken ben de Kocaeli'de bomboş bir hayat yaşamıştım. Mert Kara, beni belki de kurtarmıştı...

Mert, bu soru üzerine bir süre düşündü. Sonra, sert bir ses tonuyla, "Sizin mahalleye yeni taşınmıştım." dedi. "Oh, anladım..." dedi Esma da. Konuşmakta bile zorlanmıştı. Sözler ağzından çıktığı anda bakışları yerle buluşmuştu. Elinde iki beyaz gül olduğunu fark etmiştim. Biri bana, biri anneme. Bence, akaiwa çiçekleri benden çok anneme yakışıyorlar ama neyse... Saf, temiz... Benim annem...

Annemin ve benim mezarlarımıza akaiwalardan koydu. İçinden yüzlerce kez Fatiha okuduğunu dudaklarından anlamıştım. Zavallı kız kardeşim... Hem annesiz, hem ablasız bir yıl boyunca ne yapmıştı? Yoğun depresyondaydı. En azından öyle görünüyordu. Mert Kara, annemin mezarına baktı. Suçluluğu artmıştı. Gözünden bir yaş damlası dökülmüştü. "Ne yaptım ben?" dedi kimsenin duyamayacağım bir ses tonuyla. Kız kardeşim olduğundan, bana ihtiyacı olan biri olduğundan habersizdi o da.

Suçluluk, birinin senin yüzünden acı çektiğini bilmek. En kötü histi aslında. İnsanı yiyor, dişleriyle çiğniyordu adeta. Ve, pişman olsan da, bu his bitmiyordu. Belki birini öldürmek değil ama, şeytana uyarak yaptığımız her şey. Bir insanın kalbini istemeden ezip geçtiğinizi anladığınızda, o gün o insana saçma davrandığınızda, istemeden veya şeytanı dinleyip isteyerek birinin hakkını aldığınızda, sonsuza dek hissedersiniz bunu. Vicdanınız sızlar. Bir özür bile dileseniz, o insanın kırmamak için kabul dediğini anlarsınız. Pişmanlık ve suçluluk ebedidir...

Esma, annemin mezarına su dökmeye çeşmeye gitmişti. Ancak 5 litrelik suyu kaldırmakta zorluk çektiği belliydi. Mert ona yardım etti. Suyu annemin mezarına doğru döktüler. Mert Kara ağlamaya başlamıştı resmen. İki de bir selpağı gözüne tutuyor, gözyaşlarını siliyordu. Kız kardeşimi görmek iyi gelmemişti ona. Esma bir süre sonra gitti. Mert Kara bir süre mezarlara bakıp ağladı. Ben ve Mars da sessiz olmaya dikkat ediyorduk. Tam gideceğimiz sırada görmek istemediğim birini gördüm. Ferdi Akbulut... Babamdı. Biyolojik olarak öyleydi yani. İçkili, sarhoştu. Mezarımın başına yanaştı. "Senin yüzünden,... Senin yüzünden! Borçlarımı ödemeliydin! Ben senin babanım... Para bile.... Vermedin!" gibi şeyler söyledi. Yayık bir şekilde konuşuyordu. O sırada bir şey farkettim. Simsiyah gözleri derinleşmişti, kaşları çatılmıştı Mert Kara'nın. Cebinden silahını çıkardı. Ve vurdu onu... Tıkını çıkarmadan. Ferdi Akbulut, yere devrilmişti. Bunu gördüğünde yüzünde gururlu bir ifade belirdi...

                                              ⋅•⋅⊰∙∘☽༓☾∘∙⊱⋅•⋅

Herkese selamm. Bu bölüm kısa oldu ama çok beklenmişti. Hatta arkadaşlarımdan biri beni bu bölümü bugün atmam için beni tehdit etti! 😅
Bölümü beğendiyseniz lütfen oylayın.
635 kelime♥💫

 Bir Kedi Oldum!🍁Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin