YEDİNCİ BÖLÜM

126 16 1
                                    

İlahi anlatımdan devam ediyoruz arkadaşlar.
Keyifle okuyunuz.

İnsan en yetersiz hissettiği yerde, ona en iyi geleni ağırladığında çektiği zorluğun anlam önemi kalmıyor. Tıpkı şimdi Sahra'nın Mahsun'un dizlerine uzanması, şifa araması gibi.

Zihninde onu yaralayan hengame şimdi sessiz bekliyordu. Fırtına öncesi sessizlik bile değildi, fırtına sonrası oluşan sessizlik oluvermişti. Dizlerine sarılı durduğu adam saçlarına sakince dokunuyor, ürkütmeden duruyor. Hastaneden geldiğini yeni öğreniyor, hamile olduğunu dakikalar öncesinde biliyor. Mutlu o adam, bir cehennemin içinden gelse de sevdiklerinin mutluluğu gülümsetiyor hemen yüzünü.

İlk tanıdığında on üç yaşı bile olmayan Sahra, ilk arkadaşı, ilk sırdaşı... Evden kaçıp kaçıp yanına oyunlar oyunmaya gelen tek dostu. Şimdi evliydi. Hamileydi. Mahsun tüm duyguları aynı anda yaşıyordu.. hissettiği duygulara hüzün de karışmıştı ama başkasının hüznü olmasın diye gizlemeyi uygun buldu.

Sahra'nın yüzünü tam üç aydır göremiyordu. Üç aydır sesini duyamıyordu. Mahsun telefon kullanmadığı için yakınları ondan haber alamıyordu. Yalnızca Mahsun gelmek isterse görüyorlar, Mahsun isterse sesini duyuyorlardı.

Bu döngü neredeyse dört yıldır böyle devam ediyordu. Kimsenin şikayeti olmadığı gibi, kimsenin karışmasına izin vermiyordu.

Dizlerinden kalkmayı hiç istemedi Sahra Talu, zamanın nasıl geçtiğini merak etmedi, umursamadı. Huzurlu hissettiği yerde kendine çıkış buldu ve bunu değerlendirdi. Elbette konuşmak istediği, sormak istediği belki de anlatmak istediği çok şey vardı... Sayısız dert birikmiş, sayısız sıkıntıları artmıştı. Ancak hiçbirini anlatmadı. Bilhassa konuşursa çenesi susmak ne bilmez olurdu.

"Cengiz nerede?" diye sordu Sahra, zihnini talan eden binlerce sözcüğü bir kenara koydu.

Mahsun gözlerini etrafta gezindirdi. "En son mutfağa geçti."

Sahra başını kaldırma gereği duymadı. Mahsun bir tartışmanın ortasında gelmişti. Eğer gelmeseydi belki de kavgaları şiddetini artıracak kimse kimsenin ne dediğine kulak bile vermeyecekti. Tesadüfen bir geliş onları kurtarmıştı.

"Güzelim Sahra," dedi Mahsun, hâlâ duyduğu konuşmanın ağırlığını yaşıyordu. "Senin derdin ne?"

"Anlamadım?"

"Yapma Sahra," emir verir gibi. "Kapıda duydum konuşulanları, Cengiz'i soktuğun durumu... Bu sen değilsin, bunlar senin düşüncen değil. Ve Cengiz bile biliyor öyle olmadığını." dediğinde Sahra dizine yaslı adamın etini sıktı hırsla. Farkında bile olmadan.

"Ne anlatıyorsun sen?"

"Asıl senin anlattıkların neydi?" dedi taviz vermeden. Sahra hırsla doğruldu. "Cengiz lan, Cengiz Çelebi. Bahsi geçen adam. Neler söyledin, ne ithamlardan bulundun. Adamın düşmanı yok, olsa senin gibi konuşmazdı." dedi zerre acımadan.

"Doğruları konuştum," diye atıldı hemen.

Küçümseyen gülüşü gamzeli yanaklarına dağıldı. "Hadi ya? Doğrular mı? Kimi kandırıyorsun Sahra sen, kim var karşında?" Yeşili zar zor gösteren gözlerini onun gözlerine dikti. "Tanımıyor muyum seni... Gözlerine baksam yeter ve Cengiz gözlerine baksa yeter." dedi bastıra bastıra.

ÇELEBİCEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin