11-

376 52 168
                                    

bakın siz yorum atinca ne cabuk yaziyorum bolumleri. 😡 siz oy ve yorumlari unutmayin bende fici nasil

***
hyunjin

"felix, beyaz çantamı nereye koydun tanrı aşkına!"

evin içinde bir o yana bir bu yana koşarken duşta olduğunu bildiğim erkek kardeşime seslenip duruyordum bir yandan da. muhtemelen yine arkadaşlarıyla buluşmaya giderken falan almıştı ve yerine de koymamıştı. bir gün bu konu yüzünden çok fena kavga çıkaracaktım, sadece patlama noktasını bekliyordum.

zaten arkadaşlarının kim olduğunu da söylemiyordu bana. birden fazla kişi mi yoksa değil mi onu da bilmiyordum, onunla bir hesaplaşma yaşamamız gerçekten çok yakındı.

"nereden bileyim ben? sandalyeme bak!" duştan gelen boğuk sesiyle sinir katsayım artarken çıkmam gereken saate, yani sekize çok az bir zaman kaldığı için hızla felix'in odasına adımlamıştım. neyse ki daha fazla yere bakmama gerek kalmadan sandalyeye asılı duran beyaz çantayı bulmuş, kaptığım gibi içini boşaltıp kendi malzemelerimi koymak adına odama geri dönmüştüm.

küçük çantamın içine birkaç balm, kimliğim ve cüzdanım gibi ihtiyacım olacak şeyleri doldurduktan sonra, son bir kez aynada kendime bakıp asılı duran siyah kabanımı üzerime geçirdikten sonra minho'nun aşağıya inmem için atacağı mesajı beklemeye başladım.

dakikalar sonra telefonumun ekranında geldiklerine dair beliren mesajı gördüğüm gibi tekrar aynaya bakıp daha sonra hemen çıktım evden.

evden çıktığım gibi gördüğüm siyah araba farlarını kapatıp açtığında o yöne yöneldim. benim kapıyı açıp içeriye girmem kalmadan kapının açılması ve bay lee.. pardon, minho'nun arabadan inmesi ile şaşırdım. bir süre beni süzdükten sonra kapıyı girmem için daha da açtığında teşekkür edip geniş arabanın içine girdim. hâla garip hissettiriyordu.

arabaya hareketlenmesi için komut verdikten hemen sonra bana dönüp bir kere daha şöyle bir süzdü beni. dudaklarını yaladığını görebiliyordum. ister istemez heyecanlanmıştım. "güzel görünüyorsun."

benim özenle seçtiğim beyaz kumaş takımım ve kabanımın aksine o dağınık, fakat bir o kadar da özenli duran takım elbisesinin kıravatını bağlamamıştı bile. normalde başkasında olsa özensiz olduğu için sinir olurdum muhtemelen, fakat lee minho dağınık saçları ve gömleği ile karşımda adeta bir tanrı gibi duruyordu. "teşekkür ederim, sende öyle."

benim karşılıklı iltifatıma karşı sırıttıktan sonra sessiz bir şekilde araba yolculuğunun tadını çıkardık. bir yarım saat öylece geçti. sonunda gideceğimiz davet olduğunu düşündüğüm kapalı bir mekanın önünde indiğimizde, tamamen içimden geldiği için ona doğru yaklaşıp bozulmuş yakası ve yarım yamalak bağlanmış kravatını düzelttim. bunu yaptıktan sonra oluşturacağı yüz ifadesini çok iyi bildiğim için yüzüne bakmadan gitmemizle ilgili şeyler söyledim.

birkaç kıkırtı sesini duyduğumda bozuntuya vermeden yürümeye başladım. içeriye girerken bana kolunu uzattığında reddetmeden koluna girdim ve birlikte içeri girdik.

"hoşgeldiniz bay lee,  nasılsınız." kapıdaki görevli bana bakmadan direkt olarak minho'yu selamladığında sabit tuttuğum yüzümle dinliyordum onları sadece.

minho kapıdaki adamla konuşma kurmadan sadece başıyla onay verirken adam bana döndü. "ve, siz..?" ne diyeceğimi bilmediğim için adımı söyleyecektim ki benden önce minho'nun atılmasıyla durdum. "hwang hyunjin, bu gece özel konuğum olacak."

"elbette efendim." adam ikimizin önünde de hafifçe eğildikten sonra gülümseyip minho'nun yeniden bizi yönlendirmesine izin verdim. biraz yürüdükten ve birkaç adını bilmediğim adama selam verdikten sonra sonunda az önceki ortama göre karanlık olan amfi alana girdiğimizde kendimize ayrılan geniş bölmeye yerleştik. biz oturduktan sonra tam önümüzdeki masaya birkaç küllük ve alkol bırakıldı. hemen sonra da etraftaki sarı atmosfer ışıkları harici tüm ışıklar kapatıldı zaten. anladığım kadarıyla birazdan opera başlayacaktı. minho'nun bahsettiği müşterileri de yanımıza falan gelecekti sanıyordum.

war is over, hyunhoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin