Zaman hiç kaybolmaz. Kaybolan sadece biziz ☆.
-Paul Claude Pepper
-
Aylar sonra kocasıyla beraber bir adım olarak ya da sadece bir formalite olarak çıktıkları akşam yemeğinde onun da yanında bir kadınla olması ve çapraz masada tam da kendi görüş açısında oturmaları tanrının bir oyunu veya laneti olmalıydı.
Ortam çok, çok güzeldi. Romandan fırlama bir havası vardı. Ahşaptan yapılma masa ve sandalyeler şarap kırmızısı masa örtüleri ve aynı renk duvarlarıyla, duvarların üzerinde ise boyuttça küçük estetik tablolar ve yine kenarları ahşap aynaları vardı. Şarap kırmızısı olan duvarların üzerinde ise bordo renkli gül desenleri vardı. Tavanda tıpkı mobilyalar gibi ahşaptı. Aydınlatma ise duvardan halat benzeri iplerle aşağı doğru uzanan modern kandillerle yapılıyordu ve yaydıkları sarı ışık ortamı daha romantik yapmakla beraber daha huzurlu yapıyordu. Her masanın arasında mahremiyet alanı denebilecek kadar mesafe vardı bu yüzden de yemek salonu büyük olsa da az masa vardı. Diğer taraflarında kalan duvar ise tamamıyla camdı ve dışarıda ki yapay kuğu havuzuyla gül bahçesine bakıyordu. Arka fon da çalan caz ise ortama 90' lar havası veriyordu. Yer döşemeleri ve cam kapıların kulplarına kadar her yer ahşaptı ve doğal olarak ortama hafif bir ahşap kokusu hakimdi. Büyük yemek salonunun en sonunda ise büyük bir şömine vardı. Şöminenin üzerinde ise guguklu bir saat asılıydı ancak o da ses çıkarmıyordu, ortama çiftlerin fısıldaşması ve hafif kıkırtılarıyla şömine de yanan tahtaların çıtırtısı hakimdi. Çok güzeldi.
Jimin cidden kocasıyla beraber burada huzurlu bir yemek yemek isterdi,ama bu pek mümkün değil gibi görünüyordu. Tam karşısında o ve bir kadın birbirlerinin üzerine eğilmiş sohbet ediyorlardı ve kadının kıkırtıları kendisine kadar ulaşıyordu. Her ne kadar sang-min' e odaklanmaya çalışsa da kadının yersi kıkırtıları ve yoonginin kadının elini okşayan elleri hiç yardımcı olmuyordu. Sohbeti devam ettiriyor ama sürekli dalıp duruyordu ve bu da başta heyecanlı olan sang-min' in modunu gitgide düşürüyordu.
Sang-min susup yemeğine döndüğünde düşündü, suratını buruşturmadan edemedi ne kadar büyük bir aptaldı.Acınacak haldeydi, hepsi acınacak haldeydiler. Daha fazla düşünmek istemiyordu. En sonunda daldığı hayal dünyasından sıyrıldı ve kendisi de yemeğini yemeye başladı.
.
En sonunda genç çocuk yavaş yavaş kocasıyla geldiği yemeğe odaklanmaya başlamıştı, bunu fark eden eşi de başta kaybettiği hevesini gerisin geri kazanmıştı. Havadan sudan ve iş tecrübelerinden sohbet ederken jimin bunun hiçte kötü olmadığını düşünüyordu içten içe. Aslında hiçbir zaman da kötü olmamıştı sadece hiç şans vermemişti, bu düşünceyle kendini kötü hissetti. Ama şu an istediği en son şey bu duruma düşmekken kendini derin düşünce denizine girmeden kurtardı ve sohbete tekrar odaklandı.
Yemekleri faslı bitmiş, tatlı ve şaraba geçmişlerdi. Sang-min ikisi içinde kırmızı şarap ve kakolu pasta istemişti. Sabahı korkunç, ortası idare eder ve aşkamı ise güzel geçen yorucu bir günün ardından bir dilim pasta ve şarap kesinlikle çok daha güzeldi. Saatine bir bakış attıktan sonra hesabı isteyen kocasıyla günün sonlandığını anlamıştı, o anda içinden gelen 'ne yapıyorlar, bir bak' dürtüsüne de engel olamadı. Dönüp baktığın da ise yanında ki kadınla kalkmış çıkışa doğru giden yoongi'yi gördü.
İkisini de baştan ayağa süzdükten sonra yoongiyle göz göze geldi ve kendisine gülümsemesine rağmen mimik bile oynatmayıp önüne döndü. Ama sang-min'in kalkıp yoongi'nin yanına gitmesi de beklediği bir şey değildi. Kendisinin de kalkıp yanlarına gitmesi gerektiğini biliyordu ama asla içinden gelmeyen bu şeyi yapmak istemiyordu belki de dakikalarca oturduktan sonra suratına zoraki bir gülümse koyarak ayağa kalktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
eyes can't lie,yoonmin
FanfictionHep 'evinde' olan ama asla gerçek ev sıcaklığı hissedemeyen Park Jimin, kendisine evde hissettiren kişiyi en yanlış yerde, en yanlış zamanda ve en yanlış durumda bulmuştu. Ya şimdi ne yapacaktı? Şu dünyada ki en büyük ve tek günahları birbirlerine a...