Jungkook, resim yeteneği ile lanetlendiğine inanıyordu.
Resim çizmeyi seviyordu, bunu bütün boş zamanlarında yapıyordu ve kariyerini bu yönde ilerletmek istese de bunun burjuva sınıfına ait bir kariyer planı olduğunu biliyordu. Ona garanti para sağlayacak meslekler lazımdı. Bu tarz hayaller kurma lüksü yoktu ve tam olarak bu yüzden de lanetlendiğine inanıyordu.
Bazen sokakta takıldığı adamlara her zaman takıldıkları terk edilmiş binaya aldıkları dövme makinesiyle dövme yapardı, başta bunu istememişti ancak hepsi dövmeleri bedavaya getirmek için ısrar edince yapmak zorunda kalmıştı. İlk yaptığı dövmeler berbat sayılırdı, ancak zamanla kendini geliştirmişti. Hâlâ profesyonel sayılmazdı ancak bedavaya yaptırabilecekleti en iyi dövmeyi sunuyordu yine de.
Ama bu Jungkook için tatmin edici değildi. Hoşuna gitmiyordu, yaparken zevk almıyordu ve kesinlikle hayalini kurduğu bir meslek değildi. Hiçbir şey hakkında endişe etmeden saatlerini büyük bir tuvalin karşısında geçirmeyi isterdi. Düşünmeden, ruhunu resimlerine aktarabileceği saatler geçirmek istiyordu.
Bunun ise mümkün olmadığını biliyordu. Tuval, pahalı fırçalar ve boyalar alacak parası yoktu. Derse harcamadığı ya da para kazanmaya çalışmadığı boş zamanlarında, ki bu genelde şu an olduğu gibi kampüsteki ders araları olurdu, eskiz defterine sahip olduğu iki çizim kalemi ile karakalem çizim yapardı.
Şu anda tek başına otururken bunları düşünüyor ve çizimiyle uğraşıyordu. Kalemi ile gölgelediği yerlerin üstünden parmağıyla geçerek dağıtmaya çalışıyor, diğer yandan kablolu kulaklığında son ses a tout le monde dinliyordu.
"Jungkook!"
Adını duyduğu zaman gözlerini büyüttü ve kulaklığını çıkardı. Beraber birkaç ortak ders aldığı ve üç yıldır beraber okuduğu Sana masasının karşısında elinde kafeteryadan aldığı yemek dolu tepsiyi tutarak duruyordu. "Oturabilir miyim?"
Başını olumlu anlamda salladı ve masaya saçtığı çantasını ve ceketini yanına aldı. Telefonundaki müziği kapattı, eskiz defterini ise çantasına attı.
"Müzik mi dinliyordun?" dedi Sana gülümseyerek. Jungkook onu başıyla onayladığında bir şey demedi. Jungkook'u üç yıldır tanıyordu, konuşkan değildi ya da en azından konuşmak ilk adımı atmazdı. Bölümdeki çoğu kişiyle iyi anlaşsa ve çoğunlukla sevilse de yalnız takılmayı severdi. Sana bunu bilse de Jungkook ile beraber vakit geçirmekten hoşlandığı için sık sık yanına gelirdi. Jungkook, Sana'yı kampüsten arkadaşım diyebileceği tek kişi olarak görüyordu bu yüzden.
"Arkadaşlarımı da çağırsam olur mu?" dedi Sana sessizliği bozmaya çalışarak sordu ve Jungkook'tan istediği onayı aldığında telefonundan arkadaşlarına mesaj attı. Kısa sürede masaya doluşmuşlar ve Jungkook'a selam vererek oturmuşlardı.
Jungkook hepsini tanıyordu. Choi San, Cho Miyeon, Nakamura Kazuha ve Lee Minho.
Hepsi önemli insanların çocuğuydu. Sana, ülkedeki en büyük zincir markalardan birinin sahibinin kızıydı. San, çok büyük bir iş adamının oğluydu, Kazuha Japon büyükelçisinin kızıydı ve Lee Minho ise milli futbol takımının teknik direktörünün oğluydu.
Jungkook ise hiç kimsenin.
"Jungkook seni hiç yemek yerken görmedim." dedi Kazuha meraklı gözlerle. Önünde yemeği olmayan tek kişi Jungkook'tu. Diğerlerinin önünde kafeteryadan alınmış çeşit çeşit yemekler duruyordu.
"Acıkmıyorum genelde." dedi Jungkook umursamazca. Acıkmamasının yanında bu haddinden pahalı kafeterya yemekleri için savuracak parası yoktu. Zaten günlük hayatında fazla yemek yemezdi. Sabahları kendine bir sandviç hazırlar, geceleri de sokaktaki abileriyle içerken bir şeyler yerlerdi. Bu rutine bünyesi alıştığı için öğle arasında yemek yeme ihtiyacı duymuyordu.
