and he makes you feel like you should,

421 59 29
                                    

♪ the weeknd, moth to a flame


"jay, neden öyle bir şey söyledin?" heeseung kaşlarını çatmış arkadaşına bakmıştı. cidden masadaki kimse böyle bir şey beklemiyordu. jay omuz silkti.

"yanlış bir şey söylemedim." ni-ki olduğu yerde doğruldu. "nasıl yani, jungwon hyung seni mi arıyor? hem de geceleri?" şimdi herkes jay'den bir cevap bekliyordu.

"evet, uyku sorunları var. beni arıyor." jay yüzünde beliren gülümseme ile konuştuğunda sunghoon araya girdi. "sevgilisi varken seni arıyorsa, o çocuk niye onun yanında?" jay kalbine bıçak saplanmış gibi oldu.

bu acı gerçek onu her defasında yerle bir ediyordu. onunla olan kişi kendisi olmalıydı. jungwon'un elini tutan, kokusunu içine çeken, gamzelerinden öpen kişi kendisi olmalıydı ama değildi işte. jungwon kendisini görmüyordu. kör müydü? jay'i neden görmüyordu?

"bilmiyorum sunghoon. tek bildiğim şey.. jungwon'u daniel denen sikikten daha çok sevdiğim." jay'in söylediği şeyle herkes hüzünlenmişti. nasıl teselli vereceklerini de bilmiyorlardı.. çünkü iki taraf da yakınlarıydı.

"derslere gidelim artık, jungwon bugün şanslı dersi erken bitti." sunoo son kez konuştuğunda herkes onu dinlemiş ve ayaklanmıştı. jake ve sunghoon el ele önden gidiyordu. ni-ki ve sunoo hemen arkalarındaydı. ni-ki en küçükleri olduğu için sadece sevgilisine eşlik ediyordu.

jay ve heeseung ise en arkadaydı. jay'de jake ve hoon ikilisi ile aynı sınıftaydı ama heeseung hepsini sollayarak en üst sınıfta okuyordu.

jay düşünceli bir şekilde yürürken heeseung kolunu jay'in omuzuna attı. "ona hislerini anlatmayı denemelisin jay. inan bana öyle bir durumda seni seçenek olarak bile görmeden sana gelirdi."

jay iç çekti. "eğer tam tersi olursa.. aramız açılacak hyung. bunun olması daha kötü, benim için." heeseung daha fazla bir şey söylemedi. elbette anlıyordu jay'i, zor bir durumdaydı.

-

'jay bakış açısı'

yemek yaptığım tencereyi ocaktan alıp, tezgaha koydum ve ocağı kapattım. karnım kurt gibi açtı çünkü sabahtan beri yediğim tek şey çikolatalı çilekti. onu da jungwon'um almıştı.

yemeği tabağa koymak adına büyük bir tabak çıkardım. yemeği dikkatli bir şekilde tabağa koyduktan sonra tabağımla birlikte oturma odasına geçtim. televizyon kumandasını alıp televizyonu açtım ve koltuğa oturdum.

tam keyifle yemek yemek üzereydim ki çalan telefonum ile bütün dikkatim dağıldı. kucağımdaki tabağı önümdeki sehpaya koydum ve ayağa kalktım.

telefonumun sesi mutfakta geliyordu oraya doğru adımladım. gözlerimle etrafı taradım ve telefonu bulmaya çalıştım. normalde olsa çoktan kapanmış olurdu ama hala çalıyordu.

tezgahın diğer ucundaki telefonu elime aldım ve arayan kişiye baktım. o anda kalbim ağzımda atmaya başladı.

won'um arıyor...

mutluluktan otuz iki dişim görünürken daha fazla bekletmeden telefonu açtım ve kulağıma götürdüm. "alo, jungwon?" bir kaç hışırtı sesinden sonra bir nefes duydum, ardından bebeğimin sesini.

"jay hyung.. üzgünüm erken bir saatte aradım. yemek mi yiyordun? sonra arayayım mı?" beni bu kadar iyi tanıyor olması beni dünyanın en mutlu adamı yaparken üzgün olmasını istemiyordum.

"üzgün olma jungwon. bir şey olmadı değil mi? iyisin?" sesimin sonlara doğru endişeli çıkmasına engel olamamıştım. normalde 11.30'dan sonra arardı. çünkü o saatlerde uyuyordu. benim gibi erken yatan biri için çok geç saatlerdi.

does he know, jaywon. ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin