when shadows grow longer

113 23 19
                                    

౨ৎ
hava kararırken gideceğim yere varmak üzereyim. karanlıkta araba kullanmayı sevmem, aslında genel olarak araba kullanmayı sevmem ama boğuluyor gibi hissediyorum. şehirden kaçmam gerekiyor. üzgünüm ama senden de uzaklaşmam gerekiyor.

her baktığımda bana huzur veren yüzün artık suçlu hissettiriyor. seni kırmamak için bile seni kırıyorum. çok üzgünüm taehyung çünkü senin üzgün olmana dayanamıyorum ve hayatı sensizken yaşamak çok zor geliyor.

sonunda varıyorum gitmek istediğim yere. dağların arkasında batan güneşi görüyorum. bir süre manzarası izliyorum. yemyeşil ağaçlar, pembenin tonuna bürünmüş bulutlar. doğa o kadar güzel ve huzurlu ki bu anlar üzüyor beni. mutlu olmamız için sebep sunuluyor bize, bak ilerideki çift ne kadar mutlu mesela. ama ben an elimden kayıyormuş gibi hissediyorum. sanki hayat çok güzel ama ben o güzelliği kaçırıyorum.

ben yaşama düşüncesini çok seviyorum taehyung. hayatı da çok seviyorum ama kendi hayatımı değil.

çocuklara çok üzülürüm mesela. çünkü ben çocukken çok mutsuzdum, hep bir şeyler esirgenirdi benden. sonra çocuklar bilmez onları nelerin beklediğini, nelerden mahrum kaldıklarını. üzülüyorum ben çocuklara çünkü kendi çocukluğum yaralayıcı. asıl içimdeki çocuğa üzülüyorum.

iniyorum arabadan daha fazla düşünmek istemiyorum. her an düşünüyor olmak başımı ağrıtıyor.

manzaraya bakıyorum; boyası eskimiş ev, uzamış çalılar ve kırık salıncak. her şey bıraktığım gibi. zaman ne kırık menteşeyi ne de sökülmüş demiri onarmış. çünkü zaman değildir yaraları saran.

salıncağa bakıyorum bir müddet. çocukluğumuza ne çok anlam yüklüyoruz. bir park belki bir salıncak bile duygulandırıyor bizi.

usulca açıyorum bahçe kapısını. terk edilmiş gibi görünen evin verandasına doğru adımlıyorum. kapıyı hızlıca çalıyorum ki tereddüte düşmeyeyim. yoksa cesaret edemem buna.

saatler gibi gelen bir sürenin ardından kapı açılıyor. beyazlamış saçlar karşılıyor beni. annemi görüyorum yüzündeki yaşlılık izleri ile. aslında çok yaşlı değil ama zaman yıpratmış onu. gözlerim doluyor ama tutuyorum kendimi, ağlamanın bir anlamı yok. açıp kollarını, gel oğlum diyen bir annem de yok zaten. çok sever beni. sürekli arayayım ister. ama o da çekinir sevgisini göstermeye. hiç sarılmadık mesela biliyorum bunu. bir adım atmaya da cesaret edemiyorum.

zaten benim rahat rahat sarılabildiğim tek kişi sendin taehyung. asla rahatsız olmazdım dokunuşlarından. bir ağırlık kalkardı üstümden. ona da sahip değilim ya artık.

annem bakıyor bana, şaşkın. bu evden ayrılınca bir daha dönmeyeceğime çok emindi. kötü anıları taşıma yanında oğlum, kızmıyorum ben sana demişti. biliyorum kızıyor içten içe onu tek bıraktığım için incinmiş. beni seçmedin, yanımda kalabilirdin ama daha iyi hissetmem lazım deyip terk ettin diye düşünüyor.

bilmiyorum belki de mutludur benim adıma. çok mutlu olmuştu mesela senin varlığını öğrenince. birini sevmem mutlu etmişti onu, ama daha çok sevilmeme mutlu olmuştu. samimi bir mutluluktu sesindeki.

annem beni içeri alıyor. konuşulmamış bir anlaşma var aramızda. kimse yıllardır birbirimizin özlemini çekiyormuşuz gibi davranmıyor. her şey normal gibi. bizim bu evde en büyük sıkıntımız da buydu zaten. hiç konuşmadık biz. hep her şey iyi gibi davrandık. o yüzden çekinirim bir derdim olunca anlatmaya. sen hep anlat dersin ama basit olan şeyler bile zor gelebilir bazen.

annem beni odaya alırken "üstünü çıkar, banyoyu kullan hemen geliyorum." diyor. mutfağa gidiyor, adettendir bir çay yapılır önce. o mutfağı giderken banyoya gidiyorum. elimi yüzümü yıkıyorum. bu ev çok soğuk hissettiriyor. her yerde anılar var ve bu soğuk hissettiriyor.

when the stars go blue| vmin ☆Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin