1

932 25 15
                                    

Arabamın içinden yağan yağmurun damlalarını izliyordum. Yağmurdan kaçan insanlar, sabırsızca kornaya basan sürücüler...

Hepsi birer sesti. Hepsi kabustu. Gece gördüklerim gibiydiler. Hep aynı şeydi.

Ben Maral. Annesi onu bırakan, babasının sadece 4 yıldır hayatında olan kızdım ben. Annem ben küçükken gitmişti. Dedem ve anneannemle beni tek bırakmıştı. Babam? Baba demeye bin şahit isteyen adam. Kızların ilk aşkı babası lafına hiçbir zaman inandırtmayan adam. Babam benim için farklı biri olarak vardı. O adam benim babam değildi. Oysa istediğim bu değildi. Bir kez olsun saçımın okşanmasına, halimin sorulmasına ihtiyacım vardı. Bir kere bana 'nasılsın kızım' deseydi, her şeyi kenara atardım. Ama o bunu hiç yapmadı. Denemedi bile.

Buna rağmen hep onun gözüne girmeye çalıştım. Yazılım mühendisliği okumuştum. Onu bile hiç ettim.

Okuduğum, çaba gösterdiğim şeyi de mahvetmiştim. Bazen yüklü miktar karşılığında rakip şirketlerin altyapılarına girip öğrenilmemesi gereken şeyleri öğreniyordum. Tamamen zevkti bu benim için. Paraya ihtiyacım olduğundan mı? Hayır. Sadece göremediğim sevginin acısını çıkarıyor gibi hissediyordum. Çünkü bilgiler değerli olurdu. Basına sızardı. Kötü olmasına neden olurdu.

Telefonum çaldığında irkildim. O adam arıyordu. Telefonu açtım. "Şirkete gel." diyip kapattı. Babalar kızlarını aradığında nasıl açardı? Bu benim için cevapsız bir soruydu.

Arabamı şirkete sürdüğümde hep alışkın olduğum bir soğuk vardı. Arabadan indim. Topuklu çizmelerimden gelen ses otoparkta yankılanıyordu. Asansöre binip babamın odasının olduğu kata bastım. Bir gerginlik seziyordum.

Asansör durduğunda indim. Odaya ilerledim. Sekreteri beni görünce "Babanız bekliyor Maral Hanım." dedi güler yüzle. Sadece kafamı salladım. Tepki vermedim. Gülmedim. Kapıyı tıklatıp içeri girdiğimde babam yalnız değildi. Karşısında bir adamla kahve içiyordu. Bu adamı tanıyordum. Doruk Aydın'ın babasıydı o. Nihat Aydın. Peki babamla ne işleri vardı.

Doruk Aydın'ı çok araştıramamıştım. Temel bilgileri dışında hiçbir şeyi yoktu. Görünüş olarak çok iyiydi. Onu hiç görmemiştim ama hakkında duyduklarım bile yeterdi bana. Aurası yüksek insanlardan biriydi. Saygındı. Tanınıyordu. Çok sert ve soğuk bir insan olduğu söylenirdi.

"İşte gelininiz." dediğinde şok içinde baktım. Neler dönüyordu bu odada? "Ne?" diye şaşkınlıkla sorduğumda anlamıyordum. "Nihat beyin oğluyla evleneceksin." dedi keskin bir dille. Ne dediğinin farkında mıydı? Hangi devirdeydik biz?

"Ne dediğinizin farkında mısınız?" diye sordum. Böyle bir şey olamazdı. Olmamalıydı. "Gayet farkındayım. Duydun dediğimi." dediğinde çaresizce ona baktım. "Bunu bana yapacak mısın gerçekten? Bu kadar mı sevmedin beni baba? Bu kadar mı gözünde yok değerindeyim?" dedim acı içinde.

O an gözlerimin içine bakıp beni yok eden o cümleyi söyledi. "Annen ve benim yaptığım hatalardan birisin sen." dedi. Kalbim yoktu. Zaman durmuştu. Nihat bey bile üzgün gözlerle bana bakıyordu. "Peki." diye fısıldadım.

Yavaş adımlarla kapıdan çıkmadan tekrar söyledi. "Haftasonuna hazır ol." dedi. Bugün zaten perşembeydi. Odadan çıktım. Asansörlerin yanındaki pufa oturdum. O adam ne yapmıştı? O adam beni mahvetmişti. O adam beni öldürmüştü.

Bıçak ya da silahla değil. Ruhumu öldürmüştü. Ben yoktum artık. Nihat bey bana yaklaştığında hızla gözlerimi sildim. Güçsüz görünemezdim. Elini omzuma koydu. "Özür dilerim, kızım. Bunu yapmak istemezdim." dedi. Kızım. Ne kadar uzak bir kelimeydi bana. "O adam seni hiçbir zaman haketmedi. Seni onun yanından almamın tek yolu buydu." dediğinde ona baktım. Neyden bahsediyordu?

KOŞULSUZ  (DÜZENLENECEK)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin